Berna
Kurt, Ocak 2022
(Bu yazı, ilk olarak Ocak 2022'de İzge Yayıncılık'tan çıkan, editörlüğünü Serkan Keleşoğlu ve H. Öyküm Lumalı'nın yaptığı "Halk Dansları Öğretimi" başlıklı derleme kitabın bir bölümü olarak yayımlanmıştır. Yayıncının onayıyla, kitap bölümü olarak bu blog'da paylaşılmaktadır.)
Bir sahne hazırlanıp seyirci karşısına
çıkarıldığında, koreografi, kompozisyon, sahneleme/sahneye taşıma, ritim,
müzikal akış, tema, kurgu, sinopsis, dramaturji gibi –başka sanat türleri
tarafından da paylaşılan- kavramlar devreye girer. Sahneleme aşamasında belirleyici
olan koreograf(lar)ın niyetleri, sanatsal tercihleri ve sahneleme
stratejileridir. Birçok kişi dans sahnesi ya da koreografiden bahsederken,
insan bedeni, hareket, düzenleme ve belki de müziğin vazgeçilmez unsurlar
olduğunu düşünür. Aslında içinde bulunduğumuz ‘çağdaş’ tarihsellik içerisinde
dansın yerleşik tanımları radikal bir şekilde sorgulanmaktadır ve her
koreografide bunlar asli unsurlar olmak zorunda değildir. Günümüzde –tabii ki belli
fikirler doğrultusunda bir araya getirilmiş olan- birkaç yumurtadan oluşan bir koreografi
bir çağdaş dans festivaline davet edilebilmektedir. İçinde –seyirciler ve onları
yönlendiren görevliler dışında- insan bedeninin bulunmadığı bir enstalasyon
hazırlayan bir görsel sanatçı Avrupa’daki önemli koreografi yarışmalarından
birine katılabilmektedir. Dansçılar sahnede neredeyse tamamen hareketsiz kalabilmekte,
kendilerini konuşarak ifade edebilmekte, seyirciyle sohbet ederek aralarındaki ‘dördüncü
duvar’ı yıkabilmektedir. Festivaller gittikçe artan bir şekilde disiplinler
arası nitelik kazanmakta, sergi, enstalasyon, sunum-performans/performatif
sunum vd. unsurlar da içermektedir. Dansçılar birçok bienal kapsamında galeri,
müze gibi sergileme mekânlarında canlı performanslar gerçekleştirmektedir. Sahne
sanatlarının, müzik, görsel sanatlar, dijital sanatlar, mimarlık, tasarım,
sinema gibi alanlarla ilişkisi, tanımlanmış disiplinlerin sınırlarını aşan çalışmalarla
sonuçlanmaktadır. Ramsey Burt’ün ifade ettiği gibi, sahne dansı –ya da
tiyatral/teatral dans- disiplinler arası bir alandır ve yakın dönemde dans
sahnesindeki yenilikçi değişimlerin birçoğu disiplinler arası yönelimler
barındırmaktadır (Burt, 2009, s. 3). Dans disiplininin sahne üzerindeki varlığını
değerlendirmeye geçmeden önce, sahne kavramının kendisi üzerine kısa bir
tartışma yürütmek faydalı olacaktır.
1. “Sahne” sanatları:
Dansı da içeren ve İngilizcede
“performing arts” olarak tanımlanan alanın Türkçedeki karşılıkları çeşitlidir:
performans sanatları, sahne sanatları, gösteri sanatları, sahne ve gösteri
sanatları… Sahneyi ve gösteriyi birbirinden ayıran “sahne ve gösteri sanatları”
ifadesi, herhangi bir performans/gösteri/gösterim için bildiğimiz anlamda ‘sahne’nin
bir zorunluluk olmadığını ortaya koyar. Alışık olduğumuz sahne biçiminin ilk
örneği, 1584 yılında İtalya’da yapılan ilk kapalı tiyatro binası Teatro Olimpico’dur. Girişleri (antre’leri), yüksek sahnesi, perdesi,
köprüleri, kumaş dekorları ve sahne mekaniği olan, dekorlarında perspektif
kullanımı dikkat çeken bu sahne sayesinde sahne ve perdesi olan klasik tiyatro
salonlarına hâlâ ‘İtalyan sahne’ denmektedir. Kapalı mekânlarda sahnelenen
birçok gösteri bu tür sahne formatlarında ya da daha çağdaş ve küçük kara kutu (black box) sahnelerde
gerçekleşmektedir. Ancak gösterinin gerçekleşeceği yerler kapalı ya da açık bir
sahne olarak çerçevelenmiş mekânlar olmak zorunda değildir. Son yıllarda çok
popüler olan flashmob’larda ya da spontan sokak performanslarında olduğu gibi,
herhangi bir meydanın, bir vapur güvertesinin, kalabalık bir bekleme salonunun
bir anda sahneye dönüşmesi, tesadüfi bir seyirci kitlesinin sanata ‘maruz bırakılması’
da mümkündür.
Sahneye taşınan hareket malzemesinin
geleneksel bir içeriği olabilir –yani Türkçede “halk oyunu” ya da “halk dansı”
olarak tanımlanan hareket gelenekleri de sahnelenebilir. Sosyal ortamlarda
spontan/kendiliğinden/içinden geldiği gibi icra edildiği varsayılan bu tür dansları
etnokoreolog Andriy Nahachewsky “katılımcı dans”lar (participatory dances) olarak tanımlar. Doğal ortamlarda, kuşaktan
kuşağa aktarılarak kendiliğinden öğrenilen danslar olarak tarif ettiği bu
dansları, sahneye uyarlanıp, bir çeşit “gösteri dansı”na (presentational dance) dönüşen danslardan ayırır. (Nahachewsky,
1995, s. 4)
Geleneksel hareket formları belli bir
hazırlık ve prova süreci sonucunda sabitlenmiş olarak seyirci karşısına
çıkarılabilir. Ayrıca basit bir fikir ya da kurguyla, doğaçlama olarak, sahne
kabul edilebilecek bir mekânda icra edilebilir. Her iki şekilde de, seyir(ci)
için yapılır hale gelmekte yani ‘sahnelenmektedir.’ Sahneye aktarılan halk
dansı artık ‘gösteri’nin bir parçasıdır. Bu aşamada, belli tarihsel normlar
oluşturmuş bale, modern dans, çağdaş dans, dans tiyatrosu ve diğer sahne dansı türlerinin
-ve eğer varsa, temasa geçtiği diğer sanat disiplinlerinin- kriterlerine göre değerlendirilmek
durumundadır. Bu danslar sahneye uyarlanırken, geleneksel hareket formları
müdahaleye uğrar. En sık tanık olunan değişiklikler şöyle sıralanabilir:
- Hareketlerin kalabalık dans grupları
tarafından senkronize bir şekilde icra etmesini sağlamak üzere
standartlaştırılması;
- Hareketlerin
zarifleştirilerek/inceltilerek stilize ya da ‘terbiye’ edilmesi;
- Eğer gösteri formu gerekli kılıyorsa,
hikâye, oyunculuk müzik, kostüm, ışık vd. çalışmaları doğrultusunda
hareketlerde de yeni düzenlemeler yapılması. (Kurt, 2013c)
Yerel ve geleneksel dans formlarına yönelik
bu tür müdahalelerin Türkiye’deki gelişim sürecini incelemek amacıyla yazının
bir sonraki bölümünde, sahneleme alanına yönelik daha geniş bir tarihsel çerçeve
oluşturulacaktır.
2. Tarihsel çerçeve: Türkiye’de halk
dansları sahnesi ve uluslararası sahneleme modelleri:
Siyasi iktidarların kültür
politikalarını oluştururken başvurdukları alanlardan birisi de halk
danslarıdır. 1980’li ve 1990’lı yıllarda sosyal bilimler alanındaki
milliyetçilik temalı analizler, milliyetçiliği özcü bir anlayıştan çok inşacı
bir yaklaşımla ele almış ve milliyetçi ideolojilerin tarihsel olarak
milletlerden ve ulus-devletlerden önce geldiğini (Hobsbawm, 1993, s. 24) ve
folklor çalışmalarının gelişiminin milliyetçi hareketlerle tarihsel olarak
kesiştiğini ortaya koymuştur. Türkiye’de yaygın olarak “Türk halk oyunları” olarak
ifade edilen alanın Eric Hobsbawm’ın tanımıyla “icat edilmiş bir geleneğe” denk
düştüğünü söylemek mümkündür (Hobsbawm, 1993, s.
24). Yaygın halk dansı pratiklerinin temelleri, Cumhuriyet rejiminin “milli
kültür”ün inşasına yönelik politikalarına kadar gitmektedir. Bu tarihsel süreci
üç farklı dönem olarak özetlemek ve bu dönemleri ortaya çıkan uluslararası sahneleme
modelleriyle eşleştirmek mümkündür (Kurt, 2017):
2.1. Ulus inşa dönemi - ulusal
hareket formlarının inşası:
Cumhuriyet rejiminin inşa edildiği tek
parti yıllarından, Demokrat Parti iktidarının tesis edildiği 1950’li yıllara
kadar olan dönemdir.
Türk halk oyunları geleneği 1930’lu ve 1940’lı
yıllarda, özellikle Halkevleri’ndeki derleme ve sahneleme çalışmaları
sonucunda, yeni ulus-devletin görsel temsilini gerçekleştirmek üzere icat
edilmiştir. Bu gelenek, Hobsbawm’ın ifade ettiği gibi, “toplumsal
birlik-beraberliği ya da […] grup aidiyetini oluşturmakta ve simgelemektedir. Gelenek
icat edilirken, dans malzemesi, “ulusal amaçlar doğrultusunda değiştirilmiş,
ritüelleştirilmiş ve kurumsallaştırılmıştır”
(Hobsbawm,
1992, s. 12, 6). Ortaya çıkan sahneleme formu ise, milli bayramlar gibi resmi
kutlamalarda sürekli tekrarlanmıştır. ‘Türk kültürü’ ile onun ‘öz’ündeki
hareket geleneğinin zenginliği temel alınmış ve gurur duyulan bir geçmişle
süreklilik temsil edilmiştir. Böylelikle Türk ulusu yüceltilmiş, Türk
vatandaşlarına milli değerler ve davranış normları aşılanmış, ortak bir milli
kimliğin inşasına kültürel bir zemin hazırlanmıştır (Kurt, 2013a).
Arzu Öztürkmen, Türkiye’de halk
oyunlarının 1920’lerden 1970’lere kadar gelen tarihsel süreç içinde milli bir
tür olarak geliştirildiğini belirtmektedir (Öztürkmen, 2003, s. 141). Bu
sürecin ilk yıllarında, Osmanlı aydınları yurtdışındaki gelişmelerden
etkilenmiş, “milli raks” üzerine yazılar yazmış ve bu tür modeller icat etmeye
çalışmışlardır. Örneğin Selim Sırrı Tarcan’ın –Tarcan zeybeği- çalışmalarının
temel ilham kaynağı İsveç’te edindiği deneyimlerdir.
1932’de kurulan Halkevleri bünyesinde de
halk oyunu çalışmaları yürütülmüş ve Halkevleri’nin resmi kutlama programları
sayesinde, halk oyunu sergileme geleneği belirgin bir sunum şeklini almıştır.
1940’lı yıllarda, tek bir dans gösterisi içinde çeşitli yerel dansların art
arda temsil edildiği -daha sonraki yıllarda ‘potpuri’ olarak tanımlanacak ve Devlet
Halk Dansları Topluluğu (DHDT) tarafından da benimsenecek olan- gösteri
formları ortaya çıkmıştır. Halkevleri 1951’de kapatıldığında, yerel oyunların
zengin ‘milli kültür’ün bir parçası olarak temsili yerleşiklik kazanmış ve
büyük şehirlerde, Cumhuriyet eliti arasında belli bir izleyici kitlesi
oluşmuştur.
Bu yıllarda başka ülkelerde de benzer
gelişmeler yaşanmaktadır. Farklı bağlamlarda da olsa, ortaklaşan pratikler ilk
sahneleme modelini ortaya çıkarır: “ulusal hareket formlarının inşası”. Bu
modelde öncelikle devlet eliyle derleme çalışmaları yürütülerek yerel malzeme
‘keşfedilir.’ Daha sonra bu malzeme üzerinden standartlaştırma, yaygınlaştırma
ve sahneleme çalışmaları yürütülür. Yeni gelenekler icat edilir ve halk
dansları ulus-devletin görsel imgesini kurgulama yönünde işlevlendirilir.
Dünyanın farklı bölgelerinde yürütülen bu tür çalışmaların ortak noktası,
milliyetçi hareketlerle eş zamanlı olarak ortaya çıkmaları ve ulus inşa
sürecindeki kültürel ve sanatsal çalışmalara malzeme oluşturma işlevi
görmeleridir.
2.2. Geçiş dönemi - stilize hareket korolarıyla iktidarın
siyasal temsili:
1950’li yıllar ile 1980’li yılların
ortaları arasındaki dönemdir. Bu dönemi ulus inşa döneminden ayıran temel
gelişme, devletin tek belirleyici unsur olmaktan çıkması, öznelerin ve
yaklaşımların çeşitlenmesidir.
Öztürkmen yerel oyun geleneğinin zamanla
üç aşamadan geçerek katılımcı, kentli bir etkinliğe dönüştüğünü
vurgulamaktadır. Birinci aşama, Halkevleri deneyiminin bir uzantısı olarak,
yılda bir kez ulusal bir platformda farklı yerel grupları bir araya getirme
geleneğinin artık özel sektöre geçmesidir. İkinci aşamayı, kendi
yerellikleriyle sınırlı kalmayan, repertuarlarını diğer yörelerin oyunlarıyla
genişleten üniversite öğrencilerinin faaliyetleri oluşturmaktadır. Üçüncü aşama
ise, kendi ekonomisiyle birlikte gelişen bir halk oyunları piyasasının
yükselişidir (Öztürkmen, 2003, s. 148).
Oyunların zaman zaman ‘köy düğünü’ ya da
‘hasat vakti’ gibi temaları konu alan teatral kurgular ve dramatik yapılarla
sunulduğunu belirten Öztürkmen’e göre, bu dönemde halk oyunları icrası, şehirli
orta sınıf için ‘seyirlik bir popüler sanat türü’ olarak yeniden icat
edilmiştir. Dönemin en önde gelen kurumu olan DHDT en uç noktalara kadar giden
sahne düzenlemeleri, halk oyunlarını stilize etmeyi ‘devlet nezdinde’
meşrulaştırmış ve o döneme kadar ortaya konmuş olan oyun repertuarını bir kez
daha pekiştirmiştir (Öztürkmen, 1998, s. 266).
1970’li ve 1980’li yıllar, Türkiye’de
‘halk oyuncu’ların ‘statik’ ve ‘dinamik’ folklor yaklaşımları ekseninde, halk
danslarına yönelik müdahalelerin sınırlarını belirlemeye çalıştıkları bir
dönemdir. ‘Otantiklik’ temel alınarak yapılan tartışmalar, bu işten geçimini
sağlayan eğitmenlerin iktidar mücadelelerini yansıtmaktadır. Aynı yıllarda
yaygınlaşan halk oyunu yarışmaları da, bu tartışmalarla paralel şekilde, düzenlemeli/düzenlemesiz,
sahnelemeli/sahnelemesiz, geleneksel/stilize, otantik/stilize gibi dallara
ayrılarak ya da mahallî, stilize, komple ve folklorik dans gibi başlıklar
altında yapılır. Yaygınlaşan yarışma formatlarının da etkisiyle, halk
oyuncuların otantik olduğu varsayılan hareket biçimlerine müdahale etmeden,
sahne üzerindeki geometrik biçimleri –ya da ‘pattern’leri- değiştirerek
sundukları bir sahneleme biçimi ortaya çıkar. ‘Sahne düzeni’ olarak ifade
edilen bu form, zamanla yaygınlaşır. Halk oyunları ‘piyasa’sının oluşmasıyla
birlikte hem söylem düzeyinde hem de uygulamada yenilik arayışları ile iktidar
mücadeleleri eş zamanlı olarak gerçekleşir. (Kurt, 2013c).
Küresel ölçekte “Soğuk Savaş” dönemi
olarak tanımlanan bu yıllarda, yurtdışında gelişen sahneleme modeli “stilize
hareket korolarıyla iktidarın siyasal temsili” olarak tanımlanabilir. Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nde (SSCB) Igor Moiseyev öncülüğünde yapılan
sahneleme çalışmaları bu modelin öncüsü niteliğindedir. Önce sosyalist ülkelerdeki,
daha sonra da dünyanın farklı ülkelerindeki halk dansı topluluklarına örnek
oluşturan Moiseyev Devlet Akademik Popüler Dans Topluluğu, Türkiye’de özellikle
1975 yılında kurulan Devlet Halk Dansları Topluluğu’nu etkilemiştir.
Moiseyev’in sahneleme estetiğinin temelinde; stilize edilmiş geleneksel dans
malzemesini kusursuz bir senkronizasyonla yorumlayan, kalabalık bir hareket
korosu yer almaktadır. Bale tekniğine sahip dansçıların oluşturduğu, ihtişamlı,
tek vücutmuşçasına hareket eden bu topluluk; ülkenin farklı halklarının
danslarını art arda sunarak, siyasal düzeyde sosyalist cumhuriyetlerin
‘birliği’ni temsil etmiştir. Anthony Shay, SSCB’nin dağılması, Soğuk Savaş’ın
ve dönemin siyasi propaganda stratejilerinin sona ermesiyle birlikte, bu tür
toplulukların eski önemini kaybetmeye ve biçim değiştirmeye başladığını
belirtmektedir (Shay, 1999: 36’dan aktaran Kurt, 2013b, s. 10, 11).
2.3. Sahne odaklı yakın dönem - melez
dans estetiği:
1980’li yıllardan günümüze kadar uzanan dönemdir.
Bu dönemin temel özellikleri ise, gittikçe profesyonelleşen eğitim ve sahneleme
çalışmaları ile milli kimliği aşan kimlik politikalarıdır.
Günümüzde yaygınlığını koruyan bu üçüncü
ve son dönemin modeli “melez dans estetiği”dir. Öncüsü de 1990’li yılların
ortalarından itibaren tüm dünyayı etkileyen Riverdance
şovu ile aynı adlı dans topluluğudur. Yerel kültürden beslenen ve zamanla küresel
kültür endüstrisinin bir parçası haline gelen bu gösteri formu, evrensel teması
sayesinde dünya çapında pazarlama imkânlarına sahip olmuştur. Görkemli bir ışık
ve ses tasarımına dayanan bu dans şovu; stilize edilmiş halk dansı formlarını
farklı dans türleriyle birleştirerek ‘melez’ bir estetik oluşturmaktadır.
Küresel hareketliliğin ve iletişim
olanaklarının artması sayesinde kültürel metaların çok kısa bir sürede ithal
edilerek yerelleştirildiği bu dönemde, Türkiye’de bu modeli öncelikle Sultans of the Dance (şimdiki adıyla
Anadolu Ateşi) projesi ve topluluğu benimsemiştir. 2000’li yıllarda -çoğu
oldukça kısa ömürlü olacak- başka birçok profesyonel dans topluluğu da bu
modelden beslenen gösteriler sahnelemiştir. Böylelikle şekillenen yeni estetik,
farklı dünya tasavvurlarına sahip kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından, değişik
kimlik tahayüllerini yansıtacak şekilde yeniden üretilerek yaygınlaşmıştır.
Yerellik ve millilik kavramlarının küresel kültürle etkileşim halinde yeni
anlamlar kazandığı bu son dönemde; kimlik politikaları ‘ulusal kimlik’in
dışındaki aidiyet biçimlerini de gündeme getirerek çeşitlenmektedir. Kimlik
hareketlerinin yükselişi halk dansları alanını da etkilemiş, mevcut kültürel
çeşitliliğin kamusal alana yansımasını sağlayacak bir hareketlenme başlamıştır.
Halk oyunu derneklerinin, özel dans topluluklarının yanı sıra, belli bir etnik
ya da dinsel kimliğin kültürel temsilini öncelik olarak belirleyen topluluklar
kurulmuştur. Bu çerçevede, son yılların halk dansları sahnesi, ağırlıklı olarak
farklı kimlik tahayyüllerinin etkide bulunduğu estetik ve sanatsal arayışları
yansıtmaktadır.
Bu son tarihsel aşamada, halk
danslarının icra ve sunum biçimlerindeki mekânsal ayrımlar da muğlaklaşmış
durumdadır. Sahneleme alanındaki yenilikler, dansların kendi yörelerindeki –ya
da ‘alan’daki- icra biçimlerini de etkilemektedir. Etkileşimin artmasıyla
birlikte dans türleri arasında geçişkenlik artmakta; düğünler, asker
uğurlamaları gibi sosyal ortamlarda da, kendiliğinden ‘melez’ dans yorumları
ortaya çıkmaktadır. Bu tür etkileşimlerle birlikte, başka birçok alanda olduğu
gibi sanat disiplinleri arasındaki ayrımlar da yıkılmakta ve sınırlar
muğlaklaşmaktadır (Kurt, 2017, s. 169, 170).
3. Güncel eğilimlerden hareketle yeni sahneleme
denemelerine yönelik sorular:
Farklı sanat alanlarındaki radikal
sorgulamalar, özellikle 1960’lı yıllardan sonra sanat türlerinin yeniden
tanımlanmasına yol açmıştır. Bitmiş sanat eserlerinin –ya da ‘iş’lerinin-
kendisi kadar, çalışma koşulları, üretim süreçleri ve bu süreçlerdeki
işbölümleri de önem kazanmaya başlamıştır. Toplumsal hareketlerin demokrasi ve
adalet talepleri sahneye yansımış, koreograf ve dansçı arasındaki hiyerarşi tartışılmaya
başlamıştır. Ayrıca farklı ırk, din, sınıf, yaş, toplumsal cinsiyet, cinsel
yönelim vb.ne sahip dansçıların sahnede var olma biçimleri gündem yapılmıştır.
Virtüozite ve ideal bedel sunumları tartışma konusu haline getirilmiş;
koreografilerde gündelik hareketlere daha çok yer verilmiş, sanat gündelik
hayatın içinde konumlandırılmaya çalışılmıştır. Sanatı ve hayatı yakınlaştırmak
amacıyla, kapalı tiyatro salonlarında biletli gösterimlerin yanı sıra, yukarıda
değinilen kamusal alanlarda spontan etkinlikler de düzenlenmeye başlanmıştır. Sanat
sokağa çıkarılmış, izleyiciler yaratım sürecine katılarak interaktif alanlar
oluşturulmuştur. Zamanla sanat sadece seyirlik bir olgu olmaktan çıkarılmış,
bir tür deneyime dönüştürülmüştür. Artık sanatı bütün toplumsal kesimler için
daha erişilebilir kılmak; seyirci kitlesini çeşitlemek ve sayısını arttırmak; katılımcı,
eşitlikçi, şeffaf prova süreçleri oluşturarak sahne arkasındaki işbölümlerini yeniden
tanımlamak önemli sanatsal gündemler haline gelmiştir.
Bu tür bir perspektifle Türkiye’de halk danslarının
eğitim ve sahneleme süreçleri ele alındığında, çalıştırıcı-çalıştırılan
ilişkileri, işbölümleri, kurulan ortam, ekip içindeki ilişkiler gibi
faktörlerin değerlendirilmesi gerekir. Özellikle hedef bir yarışmada ödül
kazanmak olduğunda, çalışma ortamını kuran belirleyici özne, buna yönelik bir
çalışma sürecini hazırlayacak olan dans çalıştırıcısı ve/ya koreograftır. Bu tür
süreçlerde çalıştırıcının ekibin geri kalanından beklediği şey, kendisinin
belirlediği ‘doğru’ hareket yorumlarını ve sahne akışını ‘hatasız’ bir şekilde
uygulamasıdır. Çalıştırıcının sabitlediği hareketlerin ve sahne üstü çizgileri
ile şekilleri arasındaki milimetrik geçişlere dayanan koreografinin tekrarına
dayanan bu çalışma pratiği içerisinde katılımcılık ve dolayısıyla yaratıcılığın
gelişmesi pek de mümkün değildir. Ancak koreografide solo danslar bulunduğu
takdirde, ‘yetenekli’ olduğu var sayılan bir-iki dansçının sınırlı bir hareket
repertuarı içinde çeşitlemeler yapması mümkün olabilmektedir.
Bireyselliğe ve yaratıcılığa olanak
sunmayan bu eğitim modelinde, herhangi bir derleyicinin, herhangi bir tarihte,
herhangi bir ‘yerel dansçı’yı model alarak derlediği ve ‘otantik’ olarak etiketlediği
hareketler temel alınmaktadır. Bunlar kalabalık şekilde icra edilebilmeleri
için basitleştirilmekte, tektipleştirilmekte ve çoğu zaman daha estetik
görünmesi adına ‘inceltilmekte’ ya da stilize edilmektedir. Halk oyunları
piyasasının temel rant alanı olan yarışmalar birçok şehirde eş zamanlı olarak
yapılmakta ve benzer çalışma modelleri birçok yerde tekrarlanmaktadır. Yarışma
hedefi olmasa da, rekabete ve sabit belli formatların yeniden üretimine dayanan
bu tür provaların aktif örgütleyicileri durumundaki eğitmenlerin alışkanlıkları
diğer çalışma süreçlerine de sirayet etmektedir. Dolayısıyla eğitimin
katılımcılık, eleştirellik, sorgulama, yaratıcılık, estetik ve sanatsal gelişim
gibi birçok temel unsuru eksik bırakılmaktadır (Kurt, 2013a).
Eğitim, bizi sahnelemeye götüren önemli
aşamalardan birisidir. Farklı sahneleme örneklerini inceleme, çalışma alanına
dair tarihsel ve toplumsal içerikli okumalar yapma ve eleştirel bir perspektif
geliştirmek üzere tartışmalar yürütme gibi boyutlar da dans pratiği kadar
önemlidir. Sahnelemeye dair düşünürken, yukarıda kısaca değinilen radikal sanatsal
sorgulamalardan beslenmek, bizi sahnelemeye götüren eğitsel ve yaratıcı
süreçleri başka bir gözle yeniden değerlendirmek, belli alternatifler
oluşturmak için zemin hazırlayacaktır. Bu bağlamda, kitabın bu bölümünü
bitirirken aşağıya sıralanan sorular, eğitim ve sahneleme süreçlerini
birbirinden ayırmayan, eşitlikçi bir
perspektif ortaya koymaktadır. Bu sorular, bir yandan 2000’li yılların halk
dansları sahnesindeki belli eğilimleri görünür kılarken, bir yandan da katılımcılık,
yaratıcılık ve çeşitliliği kucaklayan “başka bir sahne” yaratmaya yönelik ipuçları
yakalamayı hedeflemektedir:
- Uluslararası
örneklerini gördüğümüz, seyircinin gözüne hoş göründüğünü varsaydığımız
kalabalık ve ihtişamlı hareket korolarına, bir de arka plandaki eğitim ve
yaratım süreci açısından bakmayı deneyebilir miyiz?
- Simetri, uyum ve dinamizmi temel alan
‘anonim’ görüntünün hakimiyetini kırmak nasıl mümkün olur? Dansçıların bireysel
yorumlarını (da) sergileyebildikleri sahneleme formları nasıl yaratılır?
- Sadece genç, standart, ‘ideal’ bedenlere
sahip dansçıların sahneye çıkması bir zorunluluk olmaktan çıkarılabilir mi?
- Prova sürecinde doğaçlamalar yaparak kendi
hareket formlarını oluşturan yaratıcı dansçıların bir araya geldiği, çeşitlilik
içinde birlik görüntüsü oluşturulabilir mi?
- Katılımcı, yaratıcı ve dinamik bir
çalışma sürecinin enerjisinin -dansçılar ve varsa müzisyenler arasında güçlü
diyalog ve iletişim yoluyla- sahneden seyirciye yayılabildiği sunumlar hayal edebilir
miyiz?
- Sahnedeki sanatçılar arasında
eşitlikçi bir ilişki kurulabilir mi? Teknik ustalığa sahip ‘seçkin’ solo
dansçıların, anonim halk oyuncuları topluluğunun önünde virtüözite
sergilemesinden vazgeçmek mümkün mü? (Ya da bale sanatının hiyerarşik pas de
deux ve corps de ballet ikiliğini yeniden üretmemek mümkün mü?)
- Farklı hareket biçimleri bir araya
getirilirken ortaya çıkan melezleştirmenin eklektisizmin ötesinde anlamlar
kazanabileceği formlar nasıl yaratılır? Örneğin gündelik hayatta, kendiliğinden
oluşan doğaçlama melez danslar daha ayrıntılı bir şekilde incelenip model
alınabilir mi?
- Çok farklı hareket geleneklerinin
birbirinden ayrıştırılmadığı bir ortamda, yerel tavırlardaki farklılıklar,
ayrıntılar ve ustalıkları (da) sergilemek için ne tür bir çalışma ve sahneleme
biçimi oluşturmak gerekir?
- Kostümlerde göz yormayan bir
çeşitliliği yakalamak nasıl mümkün olur? Müzeci bir yaklaşımla, standart ve
‘otantik’ bir yorum yerine, ‘alan’daki icracıların rahat ve gündelik kıyafetlerine
yakın bir kıyafet yorumu seçmek mümkün olabilir mi?
- Sahnede kadın-erkek stereotipleri
nasıl kırılabilir? Değişiklik yapmak adına, bu tür ikilikleri tamamen tersine
çevirmek yerine daha yaratıcı adımlar atılabilir mi? Gerektiğinde kadın-erkek
ayrımlarını yıkan, cinsiyetsiz hareket formları inşa etmek için nasıl bir prova
süreci gerekir?
- Sahnede hikâye anlatmanın tercih
edildiği durumlarda, bayrağın dalgalandığı, askeri ve siyasi lider
referanslarının yapıldığı sıradan milliyetçi ve popülist bir dramaturjiden
vazgeçmek mümkün mü? Herhangi bir mitleştirmeye gitmeden, güncel ve gündelik
hikâyeleri temel alan kurgular yapılabilir mi?
- İcracının sahnede bir kimliği, kültürü
ya da bölgeyi ‘temsil’ ettiği bir sunum yerine, sadece kendisi olarak ‘mevcut’
bulunduğu bir sahneleme ortamı nasıl yaratılabilir?
- Seyirciyle eşitlikçi bir ilişki kurmak
nasıl mümkün olur? Kendisinin asla yapamayacağı hareketleri göstererek, yüksek
ritim ile görsel şov karmaşasına boğarak seyirciyi ‘hayran bırakma’
stratejisinden vazgeçildiğinde ne tür yeni bir estetik oluşturulabilir?
- Özdeşleşmeci bir üslup yerine,
seyircinin gösterinin kurgulanma biçimine yönelik mesafeli, eleştirel ve
sorgulayıcı bir konum edinmesine olanak bırakan bir anlayış geliştirilebilir
mi?
Kaynakça:
Burt, Ramsay. (2009). The specter of
interdisciplinarity, Dance Research
Journal, 41(1): 3-22, Cambridge University Press.
Hobsbawm, E. (2006). Geleneğin icadı, Terence Ranger, Eric Hobsbawm (Ed.) , (M. M.
Şahin, Çev.). İstanbul: Agora Kitaplığı.
Hobsbawn, E. (1993). Milletler ve milliyetçilik,
1780’den günümüze program, mit ve gerçeklik, (O. Akınhay, Çev.). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Kurt, B. (2013a). Türkiye’de halk dansları pratiği,
10. eğitimde iyi örnekler konferansı, 13 Nisan 2013, Sabancı Üniversitesi.
Kurt, B. (2013b). “Türk ulusu”nun dans yoluyla
temsili: devlet halk dansları topluluğu. Folklor
Edebiyat, 73 (19), 9-22.
Kurt, B. (2013c). Geleneksel danslar, sahne ve
değişen estetik, http://dansyazilari.blogspot.com/2013/01/ adresinden erişildi.
Kurt, B. (2017). ‘Ulus'un dansı / Türk halk oyunları
geleneğinin icadı. İstanbul: Pan Yayıncılık.
Nahachewsky, A. (1995). Participatory and
presentational dance as ethnochoreological categories. Dance Research Journal, 27(1):1-15. New York: Congress on Research
in Dance.
Öztürkmen, A. (1998). Türkiye’de Folklor ve
Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları.
Öztürkmen, A. (2003). Folklor oynuyorum. D.
Kandiyoti, A. Saktanber (Ed.) Kültür Fragmanları/Türkiye’de Gündelik Hayat
içinde, (s. 141-158), İstanbul: Metis Yayınları.
Shay, A. (Bahar 1999). Parallel traditions: state
folk dance ensembles and folk dance in the field, Dance Research Journal, 31(1): 29-56.
Shay, A. (2002). Choreographic politics: state folk
dance companies, representation and power, Middletown: Wesleyan University
Press.