Berna Kurt
ÖZET
1980’li yıllardan sonra
dünyada ve Türkiye’de kimlik politikalarının yükselişi, baskı altına alınan
aidiyet biçimlerinin kamusal alana çıkmasını sağlamıştır. Bu gelişmelerden
etkilenen halk dansları sahnesinde de, hem kimlik temelli yeni topluluklar
kurulmakta hem de çoklu dans geleneklerini temsil eden gösterilerin içinde ya
da gösteri dramaturjilerine dair ifadelerde ‘mozaik’, ‘ebru’ gibi metaforlar
ile ‘kültürel çoğulculuk’ gibi kavramlar kullanılmaktadır.
Bu çalışmada, öncelikle
1980 darbesi sonra şekillenen toplumsal, siyasal, kültürel ortam ve ‘kimlik
patlaması’nın dans sahnesine yansımalarına odaklanılacaktır. Ardından, çeşitli
gösterilerde temsil edilen kimlikleri, renkleri ya da aidiyet biçimlerini
tanımlarken kullanılan mozaik ve ebru metaforları ile kültürel çoğulculuk kavramı
karşılaştırmalı olarak incelenecektir.
Anahtar
Kelimeler: Kimlik Politikaları, Halk Dansları, Mozaik, Ebru, Kültürel
Çoğulculuk
Representing the ‘Cultural Richness’ on Stage
ABSTRACT
The rise of identity politics after 1980’s in Turkey and in the world gave
rise to the visibility of the oppressed groups in public space. Accordingly, new identity-based folk
dance groups have been established and
performances representing multiple dance
traditions on stage used and /or have been defined with ‘mosaic’ and ‘ebru’ metaphors
and ‘cultural pluralism’ discourse.
This
article will firstly focus on the social, political, cultural background after
the last coup d’état in Turkey and the influence of the ‘explosion of
identities’ on the folk dance scene. Afterwards, the ‘mosaic’ and ‘ebru’ metaphors
along with the discourse of ‘cultural pluralism’, -all defining the multiple
identities, colours or belongings on the stage- will be comparatively
discussed.
Keywords:
Identity Politics, Folk Dances,
Mosaic, Ebru, Cultural Pluralism
Türkiye’de
yaşanan 1980 askeri darbesi sonrasında siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel
ortam yeniden biçimlenmiş; siyasal yaşamı durma noktasına getiren darbe ile
onun ürünü olan 1982 anayasası, uzun yıllar gündelik yaşama damgasını vurmuştur.
Ayşe Saraçgil’in ifade ettiği gibi, bu yıllarda geleneksel iktidar ilişkileri
değişmeye başlamakta, himaye edici kimlik arayışları ön plana çıkmaktadır
(Saraçgil, 2005: 363).
Suavi
Aydın’a göre, kimlik kavramının referansı 19. yüzyılın siyasal süreçlerinde
belirlenmiş ‘ulusal sınırlar’ olmaktan çıkmaktadır. Artık cemaatlere, halklara,
dil gruplarına ya da tarihi hatıra ortaklıklarına, hatta cinsel gruplaşmalara,
kurgusal ya da somut küçük gruplara doğru boyut küçültmekte, yani
çoğullaşmaktadır. Ulus-devletleşme sürecinin tek kültür yönünde gerdiği
kültürler / cemaatler / kimlikler arası ilişkiler, bu yeni sürece uyum
sağlamaya çalışan mekanizmalar içinde gevşemektedir (Aydın, 2009: 14).
Kimlik,
1980’li yıllardan itibaren, siyaset programının bir parçası olmaktan çıkarak bu
programın öznesi haline gelmiştir. Ancak değişen konjonktürün etkisiyle kimliği
sorunsallaştıranlar, kimlik politikasının yegâne sahibi olan iktidar sahipleri
değil, bu politikanın mağdurlarıdır. Siyasallaşma ve siyaset bu çoklu kimlikler
üzerinden yapılmakta, kimlikler siyasetin öznesi haline gelmektedir. Artık
kimliği iktidar olmak amacı çerçevesinde araçsallaştıran anlayışın yerini,
kimlik temelinde var olma biçimi almaya başlamıştır. Kimlik ulus-devletlerin
dayattığı birer verili gerçeklik olmaktan çıkıp, sorgulanan ve çoğullaşan, o
ölçüde de siyaset alanının temel konusu haline gelen bir gerçekliğe
dönüşmektedir (Aydın, 2009: 21).
.................................................................
‘Kimlik Patlaması’ ve Bastırılan Kültürlerin İfşası
Tanıl Bora, 1980’li yıllarda Türkiye kapitalizmi ve
modernliğinin, Cumhuriyet tarihi boyunca ‘modernleşmek için bastırılan
şeyler’in siyaset dolayımı olmaksızın, doğrudan fâş edilebilmesine uygun bir
kıvama geldiğini belirtmektedir. Ülkenin periferisinin (çevresinin) gerçekliği
ile –merkezde de- içselleşmiş yerlilik unsurları keşfedilmiş; Nurdan Gürbilek’in ifade ettiği gibi “bastırılan
geri dönmüştür” (Akt. Bora 1995: 71). Resmiyet kasnağı gevşemiş; toplum “dillenmiş”,
argo ve pop müzik yükselmiş; gerçek anlamda bir kitle kültürü teşekkül etmiş; Can
Kozanoğlu’nun ifadesiyle bir tür “kimlik patlaması” (Akt. Bora 1995: 71) gerçekleşmiştir
(Bora, 1995: 71).
1980’deki
askeri darbe sonrasında kimlik temeli hareketlerin yükselişi halk dansları
alanını da etkilemiş; hakim Sünni ve Türk kimliklerinin dışında konumlanan ve
önceki dönemlerin iktidarları tarafından baskı altına alınan kimlikler kamusal
alanda temsil edilmeye başlanmıştır. Mevcut kültürel çeşitliliği yansıtacak bir
hareketlilik oluşmuş; belli bir etnik, dinsel vd. kimliğin kültürel temsilini
öncelik olarak belirleyen topluluklar kurulmuştur.
Alevilerin
1980’li yıllardan itibaren kamusal alanda sergilemeye başladıkları cem
törenleri ile bu törenlerde sahne alan semah ekipleri bu canlanmanın en
belirgin örneklerinden birisidir. Fahriye Dinçer, 1950’li yıllardan itibaren
büyük şehirlere göç eden Türkiye Alevilerinin dinsel pratikleri ve cemaat
yapıları ile kimlik algılarının radikal bir değişim geçirdiğini belirtmektedir.
Alevi folkloruna ve dinsel pratiklerine yönelik ilgi canlanmış; 1989’dan
itibaren kurulan yüzlerce cemevinde çok sayıda semah ekibi oluşturulmuştur
(Dinçer, 1998: 33). İlk semah ekiplerine öncülük eden Durmuş Genç, Arzu
Öztürkmen’e göre, bir tür ‘gelenek icat etmiştir’. 1960’larda
Şebinkarahisar’dan İstanbul’a göç edip Boğaziçi Üniversitesi’nin erkek yurdunda
çalışmaya başlayan Genç, 1970’lerin başlarında Boğaziçi Üniversitesi Folklor
Kulübü’ndeki (BÜFK) öğrencilerin çağrısıyla semah eğitimini başlatmıştır. Böylelikle
ilk kez semahlar Alevi olmayan icracılar tarafından öğrenilmiş ve
sahnelenmiştir. Genç emekli olduktan sonra çalışmalarını İstanbul’daki
Karacaahmet Sultan Türbesini Onarma-Tanıtma ve Yaşatma Derneği bünyesinde
yürütmüştür (Öztürkmen, 2005: 253-254).
İstanbul’da,
1991 yılında Kürt kimliği ve kültürünü merkeze alarak kurulan Mezopotamya
Kültür Merkezi’nde de (MKM) müzik, sinema, halk dansları, tiyatro gibi
alanlarda Kürt sanatı üzerine çalışmalar yürütülmektedir. 2005 yılında bu
kültür merkezi bünyesinde Mezopotamya
Dans adlı bir modern dans topluluğu da kurulmuş; topluluk Mem û Zîn ve Demirci Kawa gibi Kürt destanları ile Jenosit, 4 Kapı 40 Makam
ve Leyla gibi gösteriler
sahnelemiştir.
1980’li
ve 1990’lı yıllarda, yine İstanbul’da, Ermeni kültürünü tanıtmayı ve yaygınlaştırmayı
hedefleyen topluluklar da ortaya çıkmıştır. Ermeni cemaati üyeleri tarafından
1980 yılında kurulan Maral Müzik ve Dans
Topluluğu, Anadolu ve Ermeni halk danslarını orkestra ve çoksesli koro
eşliğinde sahnelemek üzere kurulmuştur. 1997’de kurulan Talar Müzik ve Dans Topluluğu da halen çalışmalarını sürdüren bu tür
topluluklar arasındadır.
Çalışmalarını
Türkiye Hahambaşılığı ile İstanbul Yahudi cemaatinin destekleriyle sürdüren Şemeş Karmiel Dans Takımı da 2004
yılında kurulmuştur. Bu topluluk ve Maral
Müzik ve Dans Topluluğu 2009 yılında, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin projeleri çerçevesinde Shaman Dans Tiyatrosu ile birlikte sahne
almıştır. Sürgün adlı bu gösteride, Sefarad
Yahudilerinin İspanya’dan İstanbul’a zorunlu göçü canlandırılmış ve İstanbul’da
birlikte yaşamın getirdiği güzellikler dans diliyle anlatılmıştır. (http://www.salom.com.tr/news/detail/17657-Shaman-Dans-Tiyatrosu-ve-Semes-Karmielden-yurekleri-isitan-bir-dans.aspx,
[01.10.2011]).
Yukarıdaki
topluluklar daha çok sahnelemeye yönelik çalışma yürütürken; Rumlar ve
Çerkeslerin kurduğu dans ekipleri, sahne üretiminden çok cemaat içi bağları
güçlendirecek nitelikteki dans etkinliklerine önem vermişlerdir. Bu toplulukların
dansla kurduğu yakın ilişki, etnik ve kültürel kimliğin sahiplenilmesi, grup
aidiyetinin oluşması, sürdürülmesi ve ifşası için vazgeçilmez bir durum olarak
yaşanmaktadır. Bu temelde kurulan dans gruplarının sayısı da gün geçtikçe
artmaktadır.
Türkiye
genelinde çok sayıda yerel dernekte Gürcü, Laz, Çingene / Roman, Süryani, Arap
vd. dansları üzerine çalışmalar yürütülmektedir. Yukarıda dans alanındaki bazı
örneklerine değinilen “kimlik patlaması”, bahsi geçen etnik ve dinsel
aidiyetlerle sınırlanamayacak kadar geniş kapsamlıdır. Bastırılmış kimlikler
sahne üzerinde temsil edildikçe, bu temsil biçimlerine dair farklı söylemler de
inşa edilmektedir.
Kültürel Zenginliğe Dair Söylemsel Temsiller: Mozaik, Ebru ve Kültürel
Çoğulculuk
Halk dansları sahnesi, her zaman için kültürler
arası bir geçiş bölgesi olan Anadolu’nun kültürel zenginliğinin vurgulandığı bir
alan olmuştur. 1940’lı yılların başlarında Halkevleri’nde çalışma yürüten Zehra
Alagöz, farklı bölgelerin danslarını bir araya getirerek ilk ‘potpuri’ düzenlemesini
sahnelemiş ve günümüze kadar gelen bir sahneleme formunun öncülüğünü yapmıştır.
Bu tarihten sonra, Devlet Halk Dansları
Topluluğu, Anadolu Ateşi gibi
büyük toplulukların, öğrenci kulüplerinin, derneklerin vb. birçok gösterisinde
bu form farklı sahneleme teknikleriyle yeniden üretilmiştir. Anadolu’nun farklı
kültürlerinin halay, horon, karşılama, bar vd. formlardaki dans gelenekleri bir
arada sergilenmiştir.[1] Bu
tür gösterilerde Anadolu bir “kültür mozaiği” olarak tanımlanmış ve bu tanım
sürekli yeniden üretilerek yerleşiklik kazanmıştır. Böylelikle, aynı
topraklarda, farklı ya da eş zamansallıklarda yaşamış çeşitli kültürlerin bir
aradalığı vurgulanmıştır.[2]
‘Mozaik’ten ‘Ebru’ya:
Yakın dönemde, ‘mozaik’ metaforunun yanı sıra,
kimlikler ve kültürler arasındaki alışverişi, geçişkenliği, kaynaşmayı, iç içe
geçmeyi ya da melezleşmeyi ön plana çıkaran ‘ebru’ metaforu da sanat alanında kullanılmaya
başlamıştır.
Attila Durak’ın ‘Ebru’ adlı fotoğraf sergisinin kitabını
yayına hazırlayan akademisyen Ayşe Gül Altınay, projenin çıkış noktasını “Türkiye’deki kültürel çeşitliliği görünür ve
anlaşılır kılacak yeni bir dil arayışı” olarak tanımlamaktadır.[3] Ebru ve mozaik metaforlarını
karşılaştırmalı olarak ele alan Altınay’a göre, özselleştirici bir kültür ve
kimlik anlayışını pekiştiren mozaik çokkültürcülüğü; kültürel homojenlik,
sınırların keskinliği ve kopukluk çağrışımları yaratmaktadır. Mozaiğin farklı
‘renkleri’, etkileşim imkânı bırakmayan kesin sınırlarla birbirinden ayrılmıştır.
Sert yüzeyiyle, değişmez bir ‘kimlik’ duygusuna işaret etmekte; tarihin ve
tarihsel dönüşümlerin unutulması tehlikesini beraberinde getirmektedir. Altınay
‘ebru’yu ‘mozaik’a bir alternatif olarak önermektedir:
“Bir metafor olarak ‘ebru’, 21. yüzyıl başlarında kültürel politikanın
yeni ve eski ikilemleri üzerinde düşünmek için sıkça kullanılan ‘mozaik’ gibi
metaforlardan çok daha anlamlı bir alternatif olabilir.
‘Kültür’ ve ‘kimlik’leri hapsetmeden, fosilleştirmeden kültürel çeşitliliği
tartışmanın yollarını bulabilir miyiz? Milliyetçi, etnisist, dinsel ve diğer
‘özcülüklerin’ ötesine nasıl geçebiliriz? Tarihte ve bugün yaşanan şiddeti
sorunsallaştırırken etkileşim, diyalog ve bir arada yaşama gibi dinamiklere
gözlerimizi kapatmamayı nasıl başarabiliriz? Hem kayıpların üzüntüsünü ve
acısını yaşayıp hem de nostaljik bir saflık ve masumiyet duygusu yaratmaktan
kaçınabilir miyiz? Bugünü ve geleceği sessizliğe gömmeden, geçmişi yeniden
düşünmek için hangi araçlara sahibiz?
Bir metafor ve görsel-metinsel bir yolculuk olarak Ebru […] asimilasyon ve bir tür
çokkültürcülüğün benzer biçimlerde önümüzü kapatan çerçevelerine alternatif bir
arayışı temsil ediyor.”
(http://www.ebruproject.com/TR/Yazarlar/ayse_gul_altinay.asp,
[29.03.2012])
Bahsi geçen fotoğraf sergisinin çerçevesini oluşturan
ebru metaforu, yakın dönemde dans sahnesinde de kullanılmaya başlamıştır. Ancak
Durak’ın projesinde etnik, dinsel vb. kimlikler açık bir şekilde telaffuz edilmektedir.
Aşağıdaki örneklerde ise, farklı kimlikler yalnızca birer ‘renk’e indirgenmiş,
soyut varlıklar olarak temsil edilmektedir. Ebru sanatının yakın dönemde
kazandığı popülerliğe yaslanarak meşruiyet kazanan bu söylemlerde dikkat çeken
nokta; Türkçe dışındaki dillerin kullanılmaması, net bir şekilde tanımlanmayan
kimliklerin belirsiz ‘renk’ler olarak ortaya konmasıdır.
Ebru metaforunun dans alanındaki kullanımına
yönelik ilk örnek, gösterilerini “medeniyetler buluşması konseptiyle” küresel
alana taşıdığı vurgulanan Anadolu Ateşi
topluluğunun gösterisidir. (http://www.anadoluatesi.com/MainPage, [30.09.2011].
Topluluk, 2011 yılında Erzurum’da düzenlenen Üniversiteler Kış Oyunları’nda
sergilediği Doğu’nun Kapıları projesinin
tanıtım metninde ebru metaforunu kullanmaktadır:
“Bir Ebru tuvalindeki suyun sonsuzluğunda birbirine karışarak çoğalan,
birbirinden ayrılamaz bir biçimde oluşan o çok renkli ahengin temel renklerini
de görürüz Erzurum’da.
Ebru misali çok renkli bir memleketin bir arada ve iç içe yarattığı bu
renk armonisi içindeki renklerden de bağımsızlaşarak ortaya muhteşem bir sanat
eseri çıkarır; işte bu Türkiye’nin rengidir...
İzleyeceğiniz kültür programı bu olağanüstü çok renkli bütünselliğin
masalını anlatmaktadır.” (http://www.anadoluatesi.com/hakkinda_3_2261,
[30.09.2011])
Uyum içinde kaynaşarak çoğalan çok renkli bir
bütüne, “içindeki renklerden de bağımsızlaşan” bir “Türkiye rengi”ne refererans
veren bu örneğin bir benzeri de Shaman Dans Tiyatrosu’nun Buluşma adlı gösterisinde ortaya çıkmaktadır. Buluşma, hem farklı renk ve kültürlerin hem de gösteride hikâyesi
anlatılan âşıkların buluşmasıdır. Anadolu Ateşi’nden sonra kurulan gruplar
arasında varlığını bugüne dek sürdürebilen tek özel dans topluluğu olan Shaman Dans Tiyatrosu’nun bu gösterisinde
de, bütün renklerin ‘beyaz’da buluşması –ya da başka bir bakışla, beyaz içinde
erimesi- fikri öne çıkarmaktadır.
Gösterinin son bölümünde; farklı renklerde, uzun elbiseler
giyen dansçıların çok hızlı bir jestiyle, rengârenk kostümlerin hepsi beyaza
dönüşmektedir. Bu esnada kayıttan verilen replik ise şu şekildedir:
“Bir nefes kadar uzun, bir ömür kadar kısa zamanların ritmiyle, geçmişi
bilen ve tanıyan, geleceği gören ve anlayan bir bilgeliğin peşinden koşar gibi
şarkılar söyleyerek, “Kim olursan ol, gel” diyen bir ışığa doğru uçar gibidir
dans etmek. Bütün renkler buluşur, beyaz olur...”
(http://www.shamangrup.com/?langs=tr&w=gosteriler,
[14.10.2011].)
Topluluğun aynı replikleri kullandığı bir başka
gösteri de, İstanbul’daki Ermeni cemaati üyeleri tarafından kurulan Maral Müzik ve Dans Topluluğu ile
birlikte sergiledikleri İstanbulluys’tur. İsmini İstanbul ile
Ermenicede ‘ışık’ anlamına gelen ‘luys’ sözcüklerinin birleşiminden alan bu gösteri, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin
projelerinden biri olarak sergilenmiştir. “Kurulduğu
günden bu yana Türkiye’nin kültürel çeşitliliğini tüm dünyaya tanıtmayı
hedefleyen” topluluk aynı proje çerçevesinde, Şemeş Karmiel Dans Takımı ile birlikte –yukarıda bahsi geçen- Sürgün gösterisini sahnelemiş; ayrıca Lozan Mübadilleri Derneği ile birlikte
dans atölyesi de yürütmüştür.
(http://www.shamangrup.com/?langs=tr&w=hakkimizda&m=tarihce,
[25.10.2011])
Devlet kurumlarının
desteğiyle, İstanbul’daki yarı profesyonel[4] bir dans
topluluğu ile ‘azınlık’ olarak kabul edilen cemaatlerin amatör dans
topluluklarının birlikte sahne alması, 2000’li yılların dans sahnesi açısından
dikkate değer bir gelişmedir. Küreselleşmeyle birlikte artı değer kazanan
kültürel geleneklerin temsil imkânları genişlemekte; kimlik politikalarının
yükselişiyle eş zamanlı şekilde, geçmişte baskı altına alınan kültürlerin
kamusal görünürlüğü artmaktadır. Bu bağlamda, farklı kültürler arasındaki
etkileşim ve alışverişi ön plana çıkaran söylemler ile üretimlerin artık
‘normalleşmiş’ olduğunu söylemek mümkündür.[5]
Kültürel Çoğulculuk:
Boğaziçi
Üniversitesi Folklor Kulübü
(BÜFK) ile kültürel, sanatsal ve politik formasyonunu bu yapıda edinmiş
kişilerin 1994 yılında kurduğu Boğaziçi
Gösteri Sanatları Topluluğu da (BGST) dans sahnesinde kültürler arasındaki alışverişi
vurgulayan topluluklar arasındadır. Altınay’ın yukarıda özetlediği ‘ebru’
metaforuyla ortaklıklar içeren ‘kültürel çoğulculuk’ yaklaşımları, 1990’lı
yılların ortalarından itibaren şekillenmeye başlamıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü 1970’li yıllardan
itibaren folklor alanını biçimlendirmiş olan milliyetçi paradigmaya yönelik
eleştirel bir yaklaşım geliştirmiş, 1990’lı yılların başında da alternatif bir
söylem geliştirmek için adımlar atmaya başlamıştır.[6] Taner Koçak, bu süreçte; tek
etnisiteyi esas alan, milli birlik beraberlik / milli kimlik ülküsüne dayalı uluslaşma
süreci ve bu sürecin folklor alanında yaptığı tahrifatı ve kafa karışıklığını
aşma çabasının öne çıktığını belirtmektedir. Bu alanı kültürel çoğulcu bir
bakış açısıyla tekrar tarif etme çabasının BÜFK’ün müzik biriminin 1993’te
hazırladığı Kardeş Türküler konseri ile pratiğe geçirildiğini ifade
etmektedir. Halkların bir arada, yan yana, barış içinde yaşayabileceği fikri,
projenin diğer geleneksel halk müziği konserlerinden çok farklı bir noktaya
ulaşmasını sağlamıştır. BÜFK’ün 1995
yılında sahnelediği Karola isimli dans-müzik gösterisi de ileriki
yıllarda bazı Kardeş Türküler konserlerinin danslı sahneler içermesinin de
yolunu açacaktır.
http://www.bgst.org/dans/arastirma.asp?id=3&bn=1&righthtml=kt_dans,
[25.09.2010].
Karola’da temel hedef “etnik
çeşitliliğin tektipleştirilmeye çalışıldığı, farklı kültürlerin yok olmaya yüz
tuttuğu bir ortamda, bu kültürlerin dans ve müziklerini çeşitlilikleriyle ve
farklılıklarıyla sergilemek”tir (Gökçen, 1996: 387). BÜFK’ün kültürel çoğulcu bir anlayışla yürüttüğü
çalışmalar, “geleneksel formların esas alındığı deneysel bir sahneleme
arayışı” olarak nitelendirilebilir. İlk aşamada kuramsal ve pratik
araştırmalar yürütülerek farklı kültür ve bölgelerin danslarıyla tanışıklık
kazanılmakta; daha sonra da danslar, üretildikleri ve tüketildikleri
koşullar göz önüne alınarak yeniden yorumlanmaktadır. Bu esnada edinilen her
tür bilgi, -aktaran kişinin ideolojik süzgecinden geçmiş olacağı göz önünde
bulundurularak- eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmektedir. Modernist, milliyetçi
ya da cinsiyetçi yaklaşımlara uzak durarak, söz konusu kültürle ve o kültürü
oluşturan öğelerle tanışıklık sağlamak ve böylece kültüre ‘içeriden’ bir bakış
geliştirebilmek hedeflenmektedir (Gökçen,
2008: 132). Türkiye’de ve dünyada geleneksel dansları temel alan hakim koreografi
anlayışlarına da eleştirel bir mesafeyle yaklaşılmaktadır (Gökçen, 2008: 139-141).
1990’lı yılların sonlarında, Avrupa Birliği üyelik
süreciyle bağlantılı şekilde kültürel haklar alanında sınırlı ilerlemelerin
yaşandığı, devletin kültürel-etnik gruplara yönelik baskısının göreceli olarak
hafiflediği bir ortamda, baskı altındaki aidiyet biçimlerinin kamusal
görünürlüğü artmakta; bu kültürler dans ve müzik sahnesinde eskisine göre daha
fazla temsil edilmektedir. Bu dönemde, bu iki yapıda bu dönüşümle bağlantılı
olarak farklı çokkültürcülük perspektifleri üzerine okumalar yapılmış; bu çalışmanın
sonuçları Folklora Doğru dergisinin
2006 tarihli 66. sayısına ve sanatsal süreçlerine de yansımıştır.[7]
Benimsenen bu alternatif ve demokratik
çok kültürcülük ya da kültürel
çoğulculuk perspektifinin temelinde, sahnede dans ve müzikleri sergilenen
kültürleri birer ‘renk’ olarak ele alan homojenleştirici bakışı ya da ‘altkültürcü’
eğilimi reddetmek bulunmaktadır. Farklı aidiyet biçimlerini gerçekliklerinden
kopararak, hayali bir üst kimlik çerçevesinde eriten bu hakim yaklaşım
eleştirilmekte; kültürler arasındaki hiyerarşi
ile üst kimlikler dışarıda bırakılmaktadır. (Şenkardeşler, 2006: 389-393). BÜFK’ün
bu tartışmalar sonrasında sergilediği Yedi
Diyar dans-müzik gösterisinde, farklı kültürleri daha yakından tanımak
üzere alan araştırmaları yürütülmüştür. Sahneler dans ve müziklerin icra
edildikleri ortamlardan yola çıkarak kurgulanmış; karakteristik özellikleri
daha iyi yansıtabilmek için, bölgelere ait ses ve görüntü kayıtları ile
fotoğraflardan yararlanılmıştır. Seyirciye dağıtılan program dergisinde, gösterinin
hazırlık süreci ve dramaturjik yönelimine, araştırılan bölgelere, şarkıların
kaynaklarına, şarkı sözlerinin yerel dil ve alfabelerine ayrıntılı olarak yer
verilmeye başlanmıştır (Şenkardeşler, 2006: 390-392). Yakın dönemde de, dans ve müzikleri çalışılan etnik, dinsel, sınıfsal, cinsel vd. aidiyet
gruplarının ‘gerçekliğine’, güncel sorunlarına değinen sahnelere ağırlık
verildiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda, örneğin Karadeniz dans-müzikleri, bölgede
yaşanılan –hidrolelektrik (HES), termik ve nükleer santraller gibi- çevre
sorunları işlenerek sergilenmiştir. Ayrıca ifade ve inanç özgürlükleriyle
bağlantılı sorunlara, Ortadoğu’daki demokrasi taleplerine, kadına yönelik
şiddete, emek eksenli sorunlara, kentsel dönüşümle bağlantılı yerinden etme /
zorla iskân vb. meselere değinen dans-müzik sahneleri sergilenmiştir.
Sonuç
Yerine:
1980’li yıllardan itibaren kimlik
siyasetinin merkeze yerleşmesiyle birlikte, farklı aidiyet biçimlerinin
kültürel temsilini öncelik olarak belirleyen dans toplulukları kurulmuş ve birlikte
yaşayan farklı kültürler içinde yürütülen; grup aidiyeti oluşturma, bunu sürdürme
ve kamusal alanda temsil etmeye yönelik dans çalışmaları, kimlik temelinde var
olma biçimine dönüşmüştür.
Yakın dönemde sergilenen ve
farklı dans geleneklerinin bir arada sunulduğu ‘potpuri’ formundaki gösterilerde,
kültürler arası ilişkilerin temsili ‘mozaik’, ‘ebru’ gibi metaforlar ya da
‘kültürel çoğulculuk’ gibi kavramlar çerçevesinde ifade edilmektedir. Bazen
gösterilerin dramaturjik yönelimini ifade etmek için basılı metinlerde
kullanılan, bazen de bizzat gösterinin içinde telaffuz edilen bu kavramlar,
farklı yaklaşımları temsil etmektedir. Mozaik çokkültürcülüğü; homojen
oldukları varsayılan kimlikleri / renkleri birbirinden keskin sınırlarla ayırarak,
kültürel iletişimi sınırlayan bir çerçeve sunmakta; özcü ve statik bir kimlik
anlayışını ortaya koymaktadır. Ebru metaforu ile kültürel çoğulculuk yaklaşımı
ise; etkileşim, diyalog ve bir arada yaşama gibi dinamiklere referans
yapmaktadır.
Bahsi
geçen çerçeveler değerlendirilirken, kültürler arası iletişimin ne şekilde ele
alındığı belirleyici olmaktadır. Örneğin sahnede temsil edilen kimlikler birleştirici bir üst kimliğin içinde
eritildiğinde ya da tarihsel, toplumsal vd. gerçeklikleri göz ardı edilerek
hayali birer ‘renk’e indirgendiğinde, hiyerarşik bir ilişki biçimi ortaya
konmaktadır. Farklı aidiyet topluluklarının bir arada yürüttüğü sanatsal
çalışmalarda da; kültürel etkileşimin niteliği, çalışma ve prova süreçlerinin
yürütülüş biçimi vb. önem kazanmaktadır. Sanatsal değerlendirme yapılırken,
söylem analizinin dışında, sahne estetiği ve seyirciyle ilişki gibi unsurların
da incelenmesi gerekmektedir. Zengin bir kültürel çeşitliliğe sahip olan halk
dansları sahnesi, bu tür araştırmalar için de oldukça geniş bir zemin ortaya
koymaktadır.
KAYNAKÇA:
Altınay,
Ayşe Gül. “Sudaki Yansımalar”,
http://www.ebruproject.com/TR/Yazarlar/ayse_gul_altinay.asp,
[29 Mart 2012]. (Web
sitesinde, şu kitaptan alındığı not düşülmüştür: Ebru:
Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar, Haz. Ayşe
Gül Altınay (İstanbul: Metis Yayınları, 2007).
Anadolu Ateşi resmi internet
sitesi, “Mustafa Erdoğan: “Anadolu Ateşi'nin temel konsepti medeniyetler
buluşmasıdır.” http://www.anadoluatesi.com/MainPage., [30 Eylül 2011].
Anadolu Ateşi resmi internet
sitesi, “Anadolu Ateşi / Hakkında”,
http://www.anadoluatesi.com/hakkinda_3_17,
[20 Ocak 2016].
Anadolu Ateşi resmi internet
sitesi, “Doğu’nun Kapıları / Hakkında”,
Aydın, Suavi. (2009). Terzinin
Biçtiği Bedene Uymazsa: Türk Kimliğinin Yaratılması ve Ulusal Kimlik Sorunu
Üzerine, Özgür Üniversite Kitaplığı: 81, Ankara: Maki Basın Yayın, 1. Basım.
Bora, Tanıl (1995). Milliyetçiliğin
Kara Baharı, İstanbul: İletişim Yayınları.
(2006)
Çokkültürcülük Dosyası. Folklora Doğru (66), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi
Yayınevi: 67-165
Dinçer,
Fahriye. (1998) Alevi Semahs in Historical Perspective, 20. International Council for Traditional Music (ICTM) Sempozyumu
Bildirileri / Folklora Doğru özel sayı, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi
Yayınları, 2000: 33.
Gökçen,
Gökhan. Saral, Seda. Uncu, Ülker. (1996). Karola, Folklora Doğru (62) İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi: 387.
Gökçen, Gökhan. Soy, Levent. (2008) Kardeş Türküler, Kardeş
Danslar, Kardeş Türküler: 15 Yılın Öyküsü,
(İstanbul: BGST Yayınları, Haziran 2008): 132.
Koçak, Taner. (1990) Halkoyunları Piyasası: Geçmişi ve
Bugünü Üzerine Notlar, Folklora Doğru
(59), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi: 33-39.
Koçak,
Taner. Kardeş Türküler Projesinde Yer
Alan Danslı Sahnelerin Arkaplanı: Geleneksel Danslar Alanında Kültürel Çoğulcu
Bir Paradigmanın Kısa Tarihçesi,
http://www.bgst.org/dans/arastirma.asp?id=3&bn=1&righthtml=kt_dans, [25.09.2010].
Öztürkmen, Arzu. (2005) Stating a Ritual Dance Out of its Context, The
Role of an Individual Artist in Transforming the Alevi Semah, Asian Folklore Studies, (64): 247-260.
Saraçgil, Ayşe.
(2005). Bukalemun Erkek, İstanbul:
İletişim Yayınları: 363.
Shaman Dans Tiyatrosu resmi
internet sitesi, “Buluşma”,
http://www.shamangrup.com/?langs=tr&w=gosteriler, [14 Ekim 2011].
Shaman Dans Tiyatrosu resmi internet sitesi,
“Hakkımızda”, “Tarihçe”,
http://www.shamangrup.com/?langs=tr&w=hakkimizda&m=tarihce, [25. 10.
2011]).
Şalom
Gazetesi, http://www.salom.com.tr/news/detail/17657-Shaman-Dans-Tiyatrosu-ve-Semes-Karmielden-yurekleri-isitan-bir-dans.aspx,
[01.10.2011]).
Şenkardeşler,
Ahmet. Yılmaz, Gülben. (2006) Yedi Diyar Deneyimi, Folklora Doğru, s. 66, İstanbul:
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi: 389-393.
Türkeş,
Alparslan. Ne mozaiği ulan! Mermer, mermer!,
http://candundar.com.tr/_v3/index.php#!#Did=15903, [20 Temmuz 2015].
Uygun, Murat (2013) Shaman Dans Tiyatosu Genel Sanat
Yönetmeni Murat Uygun ile kişisel görüşme, İstanbul: 10 Ocak 2013.
[1]
Örneğin Anadolu Ateşi projesinin “hemen
hemen her yöreden derlenmiş 3000 halk dansı figürü ve halk müziğini içinde
barındırdığı” ifade edilmektedir. Anadolu Ateşi web sitesi, “Anadolu Ateşi
/ Hakkında”, http://www.anadoluatesi.com/hakkinda_3_17,
[20 Ocak 2016].
[2] MHP eski
lideri Alparslan Türkeş’in 1996 tarihli bir ifadesi, bu söyleme bir karşı çıkış
olarak tarihe geçmiştir. Türkeş, Can Dündar’ın sunuculuğunu yaptığı Çapraz Ateş isimli bir tartışma
programında dönemin SHP milletvekili Orhan Doğan'ın “Türkiye bir mozaiktir.”
sözlerine sinirlenip şu cümleyle cevap vermişti: “Ne mozaiği ulan! Mermer, mermer!” Bkz. “Ne Mozaiği Ulan, Mermer!”,
http://candundar.com.tr/_v3/index.php#!#Did=15903,
[20.07.2015].
[4] ‘Yarı
profesyonel’ tanımı, topluluğun kurucusu ve genel sanat yönetmeni olan Murat
Uygun’a aittir. (Murat Uygun ile kişisel görüşme, 10 Ocak 2013, İstanbul).
[5] Günümüzde
ekonomik ihtiyaçlar, yaşanan şiddet olaylarının etkinliklerin iptal edilmesine
yol açması vb. sonucunda farklı gruplar birlikte sahneye çıkabiliyor. Özellikle
ortak konserler çok yaygınlaşmış durumda. Bu tür birliktelikleri değerlendirebilmek
için, ortak çalışma ve prova süreçlerindeki karşılıklı etkileşim düzeyi, kurulan
sahne estetiği, seyirciyle kurulan ilişki, performans sonrası ortak değerlendirme
vb. süreçlerin analiz edilmesi gerekiyor.
[6] Kulüp üyelerinin yayımladığı Folklora Doğru dergisinin özellikle 1987
tarihli 56. sayısında, alternatif söylem geliştirmeye yönelik çalışmaların
sonuçlarını içeren yazılar bulunmaktadır. Örneğin kulübe 1980’li yılların
ortalarında katılan Taner Koçak’ın 1990 tarihli bir yazısı, hem dönemin halk
oyunları ortamına hem de kulübün bu ortam içindeki konumlanışına yönelik
ipuçları vermektedir: Taner Koçak, “Halkoyunları Piyasası: Geçmişi ve Bugünü
Üzerine Notlar”, Folklora Doğru, s.
59, (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 1990): 33-39.
[7] Bkz.
“Çokkültürcülük Dosyası”, Folklora
Doğru, s. 66, (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2006): 67-165 ve
Ahmet Şenkardeşler, Gülben Yılmaz, “Yedi Diyar Deneyimi”, Folklora Doğru, s. 66, (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi,
2006): 389-393.