Berna Kurt
Kasım 2017
Eğer
ütopya bir çeşit “daha iyi bir dünya” tasavvuru ise, “başka bir dünyanın mümkün olduğunu” düşünenlerin ilk
yapacağı şey hayal
etmek… İdeal
yerleri/halleri/durumları,
bir çeşit düşler ülkesini… Sadece hayal
kurmak da, o hayali gerçekleştirmeye çalışmak da; var
olana karşı çıkmak
da, onun yerine başka birşey
koymaya çalışmak da mümkün…
Ütopya ve dans dendiğinde, ben de hemen bir hayal kurmaya
başladım… Tabii ki
kişisel deneyimlerimle, “ben”imle bağlantılı idi bu
hayaller: dans yazmışlığım/koreografi
yapmışlığımla, dans etmişliğim/sahneye çıkmışlığımla, dans araştırmışlığım/yazmışlığımla, dans çevirmişliğimle, dans
seyretmişliğimle/dans eleştirisi yazmışlığımla… mışlığımla da mışlığımla…
Kafamda oluşan
ilk imge fazlasıyla
“yerel”di: hem “yerel” danslar uğraşımla hem de
isyan etmişliğimle/isyan görmüşlüğümle ilgili: el
ele, omuz omuza bedenler… çok
farklı bedenler… kadını erkeği, güzeli çirkini, yaşlısı genci, sağlıklısı sağlıksızı vd. yok… karşı koyuşunu “bedenselleştiren” insanlar, bir
çeşit “kolektivite?”… ekip başı-sonu yok… komut veren ve
onu takip eden yok… herkes farklılıklarının
farkında, yine de eşit… horon da olur,
halay da, hora da… yeri-yöresi vs. önemli değil…
Bir başka imge de, akış halinde bir görseller şeridi: dans
tarihinin “devrimci?”
isimlerinin fotoğrafları, video’ları… ne gördüysem ben, ne gösterdiysem derslerde… tabii ki görsel
sanatlarda olduğu gibi dans sanatında da, tarihi yazanlar/yazılmış olanlar
“muktedirler”…muktedir dünyaların dansçıları
akıyor zihnimde çünkü dans tarihi Batılı tiyatral dansların; balenin, modern dansın, çağdaş dansın tarihi… Ne siyahların sokak
dansları ne de yerlilerin ritüelleri var bu anlatı(lar)da… Zihnimdekiler ise “karşı
çıkanlar”... Yvonne Rainer’ın “No Manifesto”su mesela… Gösteriye hayır… virtüoziteye hayır… star imgesine hayır…kahramana
hayır… hayır da hayır…
No Manifesto’da “manifest” edilen ya da ortaya konan meseleleri düşündükçe soruyorum: peki benim meselelerim/dertlerim ne? ne(lere) karşı çıkıyor da, ne(leri) istiyorum? Eh tabii düş ülkem dertlerimle alakalı biraz da: ben yine hayır demeyeyim de, düş kurmaya devam edeyim… bilinç akışı, “… olsa, hayat bayram olsa” kıvamında… ilk aklıma gelenleri “manifest” edeyim ben de, manifesto yazmasam da düşlerimi şöyle bir alt alta dizeyim:
Bütün bedenler özgür olsa…
Her tür beden sahneye (daha da çok) çıksa…
Kimse dans etmekten utanmasa… Mesela
danstır, tayttır erkeği “bozmasa”…
Kadın-erkek dansı-hareketi gibi anlamsız ayrımlar olmasa…
Kadınlar da ekip başı olsa… yok yok kimse ekip başı olmasa, ya da ekip başı hep değişse, kimse birbirinden rol
kapmasa…
Sahnede merkez olmasa, herkes
seyredilebilse… Aslında keşke “seyretme”den çok katılma olsa…
Dansçılar aç kalmasa,
her türlü işini kendi yapmak durumunda kalmasa…
Dans stüdyoları, bağımsız dans
sanatçıları sürekli artsa… dayanışsalar, birlikte hareket etseler…
Dans türleri arasında hiyerarşi kalmasa…
Herkesin dansları/bütün danslar araştırılsa, yazılsa, çizilse…
hepsinin tarihi yazılsa…
Danslara etnisite, kimlik vb.
atfedilmese…
Üniversitelerde dans, müziğin, tiyatronun vb. alt dalı
olmasa…
Memleketimde dans araştırmacısı iş
bulabilse/değer görebilse… dans bölümleri kapanmasa…
Hocalar enerjilerini kendilerine
ya da birbirlerine karşı değil de bu sınırlı alanı geliştirmek için harcasa…
Dansı yapmak gibi yazmak da değer görse…
Bana kimse artık “dans, tarih, siyaset ne alaka?” demese… Kendimi tekrar tekrar anlatmaktan
kurtulsam…
Dans araştırmaya vaktim kalsa… Ya da dans etmek, okumak,
yazmak, paylaşmak şimdiki gibi lüksüm ya da
hobim değil de, mesleğim olsa…
Ya evet… keşke hayat bayram olsa… ya da biz(ler) hayatı bayram kılsak…😊
(*) Artist 2017 / 27. İstanbul Sanat Fuarı kapsamında, 4-12 Kasım 2017 tarihleri arasında gerçekleşen ve küratörlüğünü Fırat Arapoğlu'nun yaptığı "Düşleyebileceğin Tek Yer" sergisinin kataloğunda yayımlanan yazı. Sergi blog'u ve kataloğu için bkz. https://tuyaputopya.wordpress.com/