("Akademi Porte Müzik ve Dans Araştırmaları Dergisi"nin Ekim 2013 tarihli 5. sayısında yayımlanmıştır.)
..............
Vaslav
Nijinsky’nin Igor Stravinski’nin “Le Sacre du Printemps” (Bahar Ayini)
eserinin koreografisini yaptığı 1913 yılından günümüze tam yüz yıl geçti. Sıra
dışı koreografileri ve hareket yorumlarıyla dans tarihinin en önemli
figürlerinden biri haline gelen ünlü balet ve koreograf; sahneye taşıdığı müphem,
değişken, çoklu cinsiyet rolleriyle de hafızalara kazındı. Nijinsky’nin 20.
yüzyıl başında ana akım bale sahnesinde skandal yaratan performansları, bugün
geçmişe kıyasla daha “normalleşmiş” durumda. Geçen yüz yıl boyunca dans sahnesi
cinsiyet rollerinin çeşitliliğine; bu rollerdeki farklılıklar, çelişkiler ve
istikrarsızlıklara aşinalık kazandı. Aynı tarihsel süreçte, akademik dünyada da
cinsiyet kimlikleri ile cinsel yönelimlerin çokluğu, parçalılığı, değişkenliği,
akışkanlığı temel meselelerden biri haline geldi. Toplumsal kimlikler ile
cinsiyet kimliklerinin sürekli ve yeniden “inşa” edildiği; dolayısıyla da
değişebileceği, dönüşebileceği, yeniden tanımlanıp
kurgulanabileceği kabul edildi. Aynı doğrultuda beden de mercek altına alındı; hareket
üslupları, dağarcıkları, teknikleri ile bunların inşa biçimleri sorgulanmaya
başlandı.
“Ne tür bir toplumsal cinsiyet performansı,
doğallaştırılmış kimlik ve arzu kategorilerini yerinden oynatacak bir şekilde
bizzat toplumsal cinsiyetin performatifliğini icra ederek göz önüne serebilir?”
(Butler 2005: 228).
Desmond, “dans”
olarak tanımlanan hareket biçimlerinde de, “bedene dair toplumsal olarak inşa
edilen ve tarihsel olarak belirlenen tavırların temsil edildiğini” belirtmekte ve
toplumsal ilişkilerin yalnızca bedene yazılmadığını, beden tarafından hem
temsil edildiğini hem de üretildiğini vurgulamaktadır. (Desmond 2007: 248-250).
Dansın toplumsal kimlikleri sürekli değişen görünüşleri içinde imlediğini ve
temsil ettiğini söyleyen Desmond, edebi metinlerin analizini yaptığımız gibi
dans formlarını da ayrıntılı biçimde inceleyebileceğimizi; ancak akademik
alanda görsel, ritmik ya da jeste dayalı formları analiz etme yetisinin
geliştirilemediğini, yani “hareket okuru” olunamadığını belirtmektedir. Desmond’a
göre, hareket araştırmasının mikro (fiziksel) ve makro (tarihsel, ideolojik)
boyutlarında gezinmek için, incelikli yöntemler yaratmak gerekmektedir (Desmond
2007: 268-269). Nijinsky’nin performanslarının makro analizine yönelik
adımların atıldığı bu yazıda da, tarihsel ve sosyal bağlamın oluşumuna katkıda
bulunmak üzere, öncelikle sanatçının yaşamına değinilecektir.
2)
Müphem cinsiyet rolleri sergileyen sanatçı, Batılı
seyircinin “Avrupalı olmayan” olarak kabul ettiği (ya da “ilkel”, “egzotik”, “Doğulu”
olarak gördüğü) Rus bir sanatçıdır. Eşcinselliği bastıran, heteroseksüel
erkekliğe yönelik kaygılar taşıyan seyircilerin gözünde bu tür rollerin Ruslar
tarafından sergilenmesi büyük bir sorun teşkil etmemektedir (Burt 1995: 76).
Nijinksy’nin
sahnelediği ve/ya danslarıyla katkıda bulunduğu koreografiler ekseninde dans sahnesine
yansıyan farklı, çoğul, değişken ve müphem cinsiyet kimliklerinin inceleneceği bu
yazıda, öncelikle aradan geçen zaman içinde ortaya çıkan “toplumsal cinsiyet”
ve “performativite” kavramları değerlendirilecektir. Ardından, kimliklerin dans
sahnesindeki yansımalarına ve bunların okunma biçimlerine değinilecek; son
olarak da Nijinksy’nin dansçı ve koreograf olarak çalışmaları dans-tarihsel bir
bağlamda, toplumsal cinsiyet perspektifiyle incelenecektir.
Toplumsal Cinsiyet, Performativite ve Cinsiyet
Rolleri:
Zeynep Direk, “toplumsal
cinsiyet” kavramının ilk kez Robert Stoller’ın 1968 tarihli “Cinsiyet ve
Toplumsal Cinsiyet” eserinde, “cinsiyet”ten farklı bir kavram olarak
kullanıldığını belirtmektedir. Biyolojinin belirlediği cinsiyet ile
toplumsallık üzerine kurulan toplumsal cinsiyet arasında yapılan bu ayrımın,
Freud’un “dişinin dişiliğini”, “erkeğin erilliğini” kuramsal biçimde tanımlama
girişiminin mirası olduğunu ifade etmektedir. Çocuk kız olarak doğmuşsa, içinde
büyüdüğü kültür sayesinde kadınlığı; erkek doğmuşsa erkekliği kazanacaktır
(Direk 2007: 70). Zamanla yerleşiklik kazanan bu ayrım, 60’lı yılların ikinci
yarısından itibaren feminizm içindeki tartışmalara da damgasını vuracaktır.
Direk, feministlerin -özellikle de Simone de Beauvoir’ın-
biyolojik cinsiyet ile tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak tanımlanan
toplumsal cinsiyet arasında zorunlu bir bağ olduğunu yadsıdıklarını
belirtmekte; Simone de Beauvoir’ın ünlü “kadın
doğulmaz, kadın olunur” ifadesinin paradigmatik önemini hatırlatmaktadır.
Bu yadsıma zamanla biyolojik cinsiyetin dişi ve eril olarak İki ile sınırlandırılmasının doğal
olarak verili olduğu, ancak toplumsal cinsiyetin İki ile sınırlandırılamayacağı tezine evrilmiştir. Dişi ya da eril
cinsiyetli olarak doğuyor olsak da, kültürel olanla çeşitli karşılaşmalar ve
deneyimler içinden kurduğumuz ilişki, kadın ve erkek olmanın çeşitli biçimlerini
üstlenmemize ve icat etmemize yol açacaktır. Direk böylelikle, cinsiyet İki ile sınırlı olduğu halde, toplumsal
cinsiyetin sonlu bir sayıyla sınırlandırılabilir olmadığı sonucuna ulaşır
(Direk 2007: 71-72). 90’lı yıllardan itibaren Judith Butler’ın yeniden değerlendireceği
bu tez, feminist ve queer teoriler içinde yeni ve çığır açıcı tartışmalar başlatacaktır.
Butler’ın
1990’da kaleme aldığı Gender Trouble (Toplumsal
Cinsiyet Belası) feminizm içindeki dayatılmış heteroseksüelliğin bir eleştirisi
niteliğindedir. Butler, feminizm açısından sabit ve değişmez bir “kadın”
kimliğinin gerekliliğini sorgular. Cinsel kimliklerin taşıdıkları değişmezliği
ve tutarlılığı ancak “heteroseksüel kalıp” bağlamında kazandıklarını öne sürer
(Butler 1999). Dişil ve eril olarak heteroseksüel bir biçimde ikiye bölünmüş “cinsiyet”
kategorisinin toplumsal cinsiyetlendirme mekanizmalarının ve süreçlerinin
zemini ya da temel varsayımı olduğunu ifade eder. Direk, Butler’ın cinsiyet
kategorisi ile cinsiyet / toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımı –ilkinin
biyolojik, ikincisinin kültürel olduğu tezini- çökerttiğini belirtmekte;
cinsiyeti, toplumsal cinsiyetlendirmenin bir varsayımı, işlemesinin temel
koşulu haline getirdiğini vurgulamaktadır (Direk
2007: 73).
Cinsiyet,
toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim / (karşı cinse) arzu arasında olduğu
varsayılan sürekliliği sorgulayan Butler, biyolojik bedenin doğallığını
sorgulamakta, bedenin kültürel olarak “inşa” edildiğini vurgulamakta; pasif ve söylemden önce gelen bir şey gibi gösterilen beden
anlayışına şüpheyle yaklaşmaktadır (Butler 2005: 214-215). Heteroseksüel projenin ve onun toplumsal cinsiyet düalizminin
temelinde “taklit”in olduğunu belirtmekte ve bedenin her türlü hareketinin bir çeşit taklit niteliği taşıdığını vurgulamaktadır
(Butler 1998). Direk’in ifadesiyle, “bedenin toplumsal cinsiyetin,
ırkın, sınıfın işaretlerini performatif bir biçimde kazanarak beden olduğunu” savunmaktadır
(Direk 2005: 83).
Butler’ın “performativite” kavramının bireylerin ya da
toplulukların gündelik davranış ve söylemlerinde kimliklerini icra etmek
suretiyle kurmaları olarak tanımlanabileceğini belirten Gurur Ertem de, kadınlık ya da erkeklik normlarının ve alışkanlıklarının
tekrarına ve yeniden icrasına dikkat çeker (Ertem 2008). Butler’a göre, “performatiflik
tek seferlik bir edim değil, tekerrür ve ritüeldir; beden bağlamında
doğallaştırılmasıyla etkilerini gösterir. Bir bakıma, kültürel olarak
sürdürülen bir süreç olarak kavranmalıdır.” (Butler 2005: 20).
Butler, “performatif” terimini teatral bir anlam inşası
olarak da kullanır. “Toplumsal cinsiyeti bir bedensel stil… hem kasıtlı hem
performatif bir edim olarak düşünün” der ve bu yazının genel çerçevesi
açısından da oldukça önemli olan şu soruyu sorar:
Hareket, Dans, Kimlikler:
Nijinsky’nin bu
yazıda değerlendirilecek olan performanslarının “toplumsal
cinsiyetin performatifliğini icra ederek gözler önüne serdiğini” söylemek
mümkün değildir. Bununla birlikte, aşağıda örneklendirileceği üzere, “İki”yle sınırlandırılan heteronormatif kalıpların
dışına çıktığı, cinsiyet rollerinin çoğulluğuna, akışkanlığına ve
değişkenliğine örnek oluşturduğu söylenebilir. Özellikle bazı sahnelerde “doğallaştırılmış”
kimlik ve arzu kategorilerini ihlal eder. Sahneye yansıttığı cinsiyet
rollerinin çeşitliliği ve bütünde oluşturduğu “müphem” imge; hem cinsiyete
hem de sahneye uygun hareket kodlarının zamanla öğrenilerek içselleştirildiğini
ortaya koyar. Tarihsel ve toplumsal olarak inşa edilen, görerek ve taklit
ederek benimsenen bedensel normların içerdiği değişkenlik potansiyelini ifşa
eder.
Nijinsky’nin
performanslarını değerlendirirken, öncelikle insan bedeninin ve hareketlerinin
karmaşık niteliklere sahip olduğunu ve tarihsel, bölgesel, siyasal, kişisel…vd.
faktörlere göre değişebilen anlamlar sergilediğini kabul etmek gerekir. Hareketin
sürekli değişen ikincil bir toplumsal “metin” olduğuna değinen Jane Desmond, hareketler
ve kimlik arasındaki ilişkiyi şu şekilde ifade etmektedir:
“Hareketin telaffuzu, bilinçli şekilde olsa da olmasa da, grup ilişkisine
ve farklılıklarına işaret eder. Hareket; cins, ırk, etnik sınıf ve ulusal
kimliklerin imleyicisi işlevini görür. Bunun yanı sıra cinsel kimliğin, yaşın,
hastalığın ya da sağlığın ve buna benzer bireylere ya da gruplara atfedilen
çeşitli ayrımların / tanımların işareti olarak da okunabilir.” (Desmond 2007:
247-248).
Nijinsky’nin Yaşamından Notlar:
1890 yılında,
Polonyalı bir ailenin çocuğu olarak Rusya’da doğan Nijinsky, on yaşındayken
Saint-Petersburg İmparatorluk Tiyatrosu Dans Okulu’na girer. İki yıl sonra da
İmparatorluk Tiyatrosu'na girmeye hak kazanır. Kendisini izleyen, dönemin ünlü
emprezaryosu Diaghilev, Ballets Russes’ün
Paris’teki ilk turnesi için onu grubuna alır. Böylelikle Nijinsky Paris’te dans
etmeye başlar. Zamanla, başarılarla dolu temsilleri sayesinde dönemin en ünlü
dansçılarından biri haline gelir. İmparatorluk Tiyatrosu’ndan istifa edip Diaghilev’in
topluluğuna katılır. 1912 tarihinde sergilediği Bir Kır Tanrısı’nın Öğleden Sonrası’yla birlikte kendi koreografilerini
yapmaya başlar. Bu yıllarda Diaghilev’le kurduğu özel ilişki sanat yaşamının
belli aşamalarında fazlasıyla belirleyici olmuştur. Nijiinsky, günlüğünde
Diaghilev’le olan ilişkisini şöyle anlatmaktadır:
“Ben ne sanat yapıtlarına ne üne düşkündüm. Diaghilev bunu fark edince
bana olan ilgisini yitirdi; ben de kızların peşine düştüm. Diaghilev aksini düşünse
de, onların tam bana göre olduklarını gördüm. Dans çalışmalarımı sürdürdüm ve
kendi başıma bale koreografileri yaptım -bu kendi başıma hiçbir şey yapmamı
istemeyen Diaghilev’in hoşuna gitmedi ve bu yüzden aramızda sık sık tartışmalar
çıktı. Onunkine bitişik odamın kapısını kilitlemeyi ve kimseyi içeri almamayı
alışkanlık haline getirdim. Tüm çevresine hükmetmek isteyen o adamdan
korkuyordum.” (Nijinsky 2006: 39).
Nijinsky 1913
yılında Romola de Pulszky ile evlenir ve Diaghilev’in topluluğundan kavgalı bir
biçimde ayrılır. Savaş sırasında Diaghilev’le tekrar yakınlaşır ve gruba geri
dönüp genel sanat yönetmeni olur. Bir turne sonrasında, eşiyle birlikte
Saint-Moritz’e taşınır ve burada yaşadıklarını kaleme almaya başlar. Kısa bir
süre sonra akıl hastanesine kapatılan Nijinsky, 1950 yılında Londra’da yaşamını
yitirir. Tuttuğu notlar, rastlantı eseri kızının eşyaları arasında bulunur ve
daha sonra “Nijinsky’nin Günlüğü” adıyla
yayınlanır.
Dans-Tarihsel Bağlamda Nijinksy:
Ramsey Burt, 19.
yüzyılın sonları ile 20. yüzyıl başları arasındaki dönemin eşcinselliğin çok
ciddi bir biçimde bastırıldığı, yasaklandığı bir dönem olduğunu aktarmaktadır. Bu
dönemde ünlü İrlandalı edebiyatçı Oscar Wilde bir dava sonucu fiili livata ve
ahlâksızlıktan suçlu bulunmuş ve hayatını hapishanelerde geçirmiştir (Burt
1995: 78). Burt, Nijinsky’nin ün kazandığı bu
dönemde, Paris’te eşcinsel erkeklerin erkek bedeniyle doğan kadınlar ya da bir
çeşit “üçüncü cins” olarak kabul edildiğini belirtmektedir. Özellikle 19.
yüzyıl sonlarında eşcinsel görsel sanatçıların oluşturduğu estetiğin merkezinde
zarif, masum, kirlenmemiş bir androjen erkek imgesi yer almakta; böylelikle de,
eşcinselliğe yönelik daha olumlayıcı bir imge de ortaya çıkabilmektedir (Burt
1995: 85).
Burt, 1913-1914
yılları arasında Nijinsky’nin, 1920’lerde de kendisi gibi dansçı ve koreograf
olan kız kardeşi Nijinska’nın ilk modernist bale koreografilerini sahnelediğini
ifade etmektedir. Muhafazakâr toplumsal cinsiyet rollerini tersine çeviren bu koreograflar,
bir çeşit yapıbozum stratejisi benimseyerek cinsiyet rollerinin sabitliğini
bozmakta ve seyircinin “doğal” kabul ettiği bu rollere karşı mesafeli durmasını
sağlamaktadır (Burt 1995: 87).
Nijinsky’nin hakim
erkek dansçı algısını sarsan müphem imgesinin seyirci tarafından da benimsendiğini
söylemek mümkündür. Burt, bu imgenin çoğu zaman hoş görülmesinde, Nijinsky’nin
başarılarıyla çok kısa zamanda yıldız mertebesine yükselen bir dansçı olmasının
etkili olduğunu belirtmektedir. Sanatçının seyirci nezdinde bu kadar popüler
olmasının nedenlerini de şu şekilde açıklamaktadır:
1)
19. yüzyıl seyircisini ağırlıklı olarak localarda kadın
dansçılarla buluşan erkekler oluştururken; 20. yüzyıl başlarında eşcinsel erkek
seyirci ve kadın seyirci oranı artış göstermiştir.
Koreograf ve Dansçı Nijinsky’nin Heteronormatif
Normlara Sığmayan Bedeni:
Nijinsky’nin
katıldığı Ballets Russes topluluğunun
baş koreografı Fokine, dans tarihinde 19. yüzyıl bale geleneği ile 20. yüzyıl
modernizmi arasında bir geçiş figürü olarak kabul edilmektedir. Burt, Fokine’in
Şehrazad (1910) koreografisinde
Nijinsky’nin androjen bir rol canlandırdığını, erkek gücü ve dinamizmi ile
kadın duygusallığı ve şehvetini tek bedende cisimleştirdiğini belirtmektedir. Burt’e
göre rolün seyirci nezdindeki meşruluğunu, eserin içerdiği egzotizm ile
oryantalizm sağlamaktadır. Edward Said’in de belirttiği gibi, 19. yüzyıl
Avrupası’nda (ve tabii Ballets Russes’ün
seyircileri açısından da) “Doğu” şehvetli, sapkın cinselliğin makul görüldüğü
yerdir. Orji sahnelerinin canlandırıldığı balenin sonunda, Nijinsky’nin
canlandırdığı suçlu, siyah Altın Köle ölüme mahkûm edilecektir.
Nijinsky Fokine’in
bir başka koreografisi olan Narcisse’de (1911) ise, kendi
görüntüsüne hayran kaldığı için cezalandırılan Narkissos’u canlandırmaktadır. Eserde
bu rol eleştirel bir perspektifle sunulmakta ve heteroseksüel seyirciye de makul
gelecek bir ahlâk dersi verilmektedir. Bu dramaturjik çerçeve sayesinde,
sunulan androjen erkek imgesi çok tehdit edici bulunmamıştır (Burt 1995: 85).
Fokine’in Gülün Tayfı (1911, bkz. 1. fotoğraf)
koreografisinde ise, geleneksel kadın-erkek dansçı rolleri tersine çevrilmiştir.
Klasik bale eserlerinde alışık olunduğu üzere balerin değil, balet ön
plandadır. Dönemin dünyaca ünlü balerini Karsavina; müphem bir erkek rolü çizen
Nijinsky’nin gölgesinde kalmıştır (Burt 1995: 74-75).
Gülün Tayfı (1911)(1])
Burt, görsel
temsil pratiklerinde devrim gerçekleştiren Nijinsky’nin kendi koreografilerinde
ise daha çok “araç”ın kendisine, yani bedene odaklanıldığını aktarmaktadır. Eserlerindeki
ifade zenginliği, mim ya da oyunculuktan çok hareket malzemesine dayanmaktadır
(Burt 1995: 90). İlk koreografisi Bir Kır
Tanrısı’nın Öğleden Sonrası’nın (1912, bkz. 2. fotoğraf) Paris’teki ilk
gösteriminden sonra, cinsel ilişkiyi ima ettiği final sahnesi yüzünden çok
ciddi tartışmalar çıkmış ve Nijinsky ahlâksızlıkla suçlanmıştır. Sonrasında,
Diaghilev’in müdahalesiyle final sahnesinin değiştirildiği iddia edilmektedir.
Nijinsky, günlüğünde bu süreci şöyle aktarmaktadır:
Burt, Kır Tanrısı’nın
Narkissos gibi masum bir tipleme olarak sunulmadığını, bu yüzden de sergilenen
açık cinselliğin tehdit edici bulunduğunu aktarmaktadır. O’na göre, bu eserde
Nijinsky bale geleneklerini ters yüz ederek kendine ideolojik bir alan yaratmış
ve Kır Tanrısı’nın hayvansı olarak yorumlanan hareketlerini doğal bir cinsel
davranış olarak sunmuştur. Ve bu doğal eylemde ahlâksızlık bulan kişilerin
bizzat kendilerinin ahlâksız olduğunu ima etmiştir. (Burt 1995: 92).
Bir Kır Tanrısı’nın Öğleden Sonrası (1912)(2)
Burt, Nijinsky’nin
Paris’te 1913 yılında sergilenen Oyunlar adlı
koreografisinde ise Gauguin’in “ilkel” kültürlerdeki özgür cinselliği kutsadığı
oryantalist çizimlerden etkilendiğini aktarmaktadır. (Burt 1995: 91). Flört
temasının işlendiği koreografinin başarılı olamadığını söyleyen Nijinsky, eserin
yaratım sürecini şu şekilde anlatmaktadır:
“Övülmeyi seven Diaghilev, bu balenin kendi yapıtı olduğunu anlattı
durdu: Başarı kendinin olsun istiyordu. Kır
Tanrısı’yla Oyunlar’ı kendine mal
etmesi benim hiç umurumda değil, çünkü o iki baleyi Diaghilev’le birlikte
olduğum “dönem”in etkisi altında yaratmıştım. Kır Tanrısı’nın ta kendisiyim, Oyunlar
da Diaghilev’in düşlediği yaşamı anlatıyor. O, iki tane âşık oğlan olsun,
kendisi de onlarla sevişsin istiyordu. Balede oğlanların yerine iki genç kız
vardı. Diaghilev’in rolündeyse genç bir adam. Üç erkek arasındaki aşk sahnede
anlatılamayacağından, kişileri değiştirmek gerekmişti. Doğaya karşı gelen bir
aşktan duyduğum tiksintiyi herkese hissettirmek istemiştim ama bu balenin
sonunu bir türlü getiremedim. Debussy de konudan hoşlanmamıştı ama kendisine
müzik için on bin altın frank verildiğinden, işini bitirmek zorunda kalmıştı.” (Nijinsky
2006: 101-102).
Nijinsky’nin değişken
ve çoklu cinsiyetlere referans yapan rollerinin hem hareket
ve sahneleme estetiği anlamında çığır açtığını hem de doğallaştırılmış kimlik
ve arzu kategorilerini yerinden oynatacak etkilerde bulunduğunu söylemek
mümkündür. Aşağıda örneklendiği üzere, “erkeksi”, “kadınsı” ya da -müphemliği
ifade etmek üzere- “androjen” gibi ifadelerle tanımlanan bu roller ile bu tür kategorizasyonlara
sığmayan cinsiyet kimliklerini çok daha geniş çerçevelerde değerlendirmek
mümkündür:
1) Nijinsky Giselle (1910)
gibi geleneksel bale eserlerinde, kadın dansçıya eşlik eden klasik erkek dansçı
rolündedir (bakınız 3. fotoğraf). Bahar
Ayini’ndeki “erkeksi” dansları da son derece tekinsiz, rahatsız edici, utanmaz
ve hayvansı yorumlar olarak kabul edilmektedir.
2) Narcisse
ve Şehrazad balelerinde ise, “androjen”
karakterler canlandırmaktadır. Şehrazad’da
canlandırdığı Altın Köle, erkekliğe atfedilen güç ile kadınlığa aftedilen
duygusallığı bir arada barındırmaktadır (bakınız 4.
fotoğraf). Final sahnesinde ölüme mahkûm edilen egzotik ve doğulu bu
siyah köle, eş zamanlı olarak hem kadınların hem de erkeklerin arzu nesnesi
konumundadır.
3) Gülün Tayfı’nda,
balerine eşlik eden balet konumunda olmakla birlikte, alışık olduğumuz üzere
görsel estetiğin temelindeki balerini seyircinin bakışına “sunan”, sahnenin
gerekli yerlerine taşıyarak ona eşlikçilik eden balet rolünün ötesine geçmiştir.
Eserde her zamanki gibi balerin değil, balet ön plandadır. Ve bu balet, genç
kızın hayalinde gördüğü “gül”ü canlandırmakta; kırmızı renkli, oldukça
gösterişli, “kadınsı” bir kostüm giymektedir (bakınız 5. fotoğraf).
sırasıyla, 3., 4. ve 5. fotoğraflar:
Giselle (1910), Şehrazad (1910),
Gülün Tayfı (1911)
Nijinsky’nin “erkeksi”, “androjen” ya da “kadınsı” olarak tanımlanan rolleri(3)
Koreografileri ve sıradışı rolleriyle dans sahnesine yenilikler getiren Nijinsky’nin çalışmaları, toplumsal cinsiyet, performativite ve hareket temalı çalışmalar için oldukça zengin bir kaynak oluşturmaktadır. “Erkeksi”, “kadınsı”, “androjen” gibi tanımlarla tarif edilen rolleri sayesinde, heteroseksüel normları ihlal eden bir dansçı imgesi yaratmıştır. Yarattığı imgeleri, toplumsal cinsiyet “İki”liklerinin sınırlarını aşan varlık biçimlerinin; cinsiyet rollerindeki müphemliğin; istikrarsızlık, tutarsızlık ve akışkanlık olasılıklarının dans sahnesine yansıyan erken tarihli örnekleri olarak yorumlamak mümkündür. Nijinsky’nin sunduğu bu imgesel çeşitlilik, Butler’ın yukarıda bahsi geçen ifadesiyle, “toplumsal cinsiyetin performatifliğini icra ederek göz önüne sermek” isteyen koreograflara ilham oluşturacak niteliktedir.
Referanslar:
Burt, Ramsay. 1995. “Nijinsky: Modernism and
Heterodox Representations of Masculinity”, The
Male Dancer / Bodies, Spectacle, Sexualities, Routledge.
Butler, Judith. 1998. “Toplumsal Cinsiyet Yanıyor:
Sahiplenme ve Yıkma Sorunları”, Defter
34: 123-141.
__________. 1999. “Performans Olarak Cinsel Kimlik”, Eleştirel
Bakış-Entelektüellerle Söyleşi, derl. Peter Osbourne: 142-161, Ankara: Dost
Kitabevi Yayınları.
__________. 2005. Cinsiyet Belası, Feminizm ve Kimliğin Altüst
Edilmesi, İstanbul: Metis Yayınları.
Desmond, Jane C. 2007. “Farklılığı Bedenleştirmek:
Dans ve Kültürel Çalışmalardaki Sorunlar”, Yirminci
Yüzyılda Dans Sanatı: Kuram ve Pratik: 244-269, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi.
Direk, Zeynep. 2007. “Judith Butler: Toplumsal
Cinsiyet ve Bedenin Maddeleşmesi”, Cinsiyetli
Olmak, Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar: 67-84. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Feuer, Donya. 1974. A Life, Nijinsky, belgesel - DVD.
Kapnist, Elisabeth. 2005. Vaslav
Nijinski, Une Âme En Exil,
belgesel – DVD.
“L’Après-midi d’un
Faune” (Bir Kır Tanrısı’nın Öğleden Sonrası, yeniden yapım). 2012.
L’Après-midi d’un Faune (Bir Kır
Tanrısı’nın Öğleden Sonrası, yeniden yapım, Nureyev yorumu). 2012. http://www.youtube.com/watch?v=m7b1FkZYarU.
“Le Mouvement
Perpétuel” (Aralıksız Yürüyüş / Bir Kır Tanrısı’nın Öğleden Sonrası, yeniden yapım). 2012.
˂http://www.youtube.com/watch?v=jtR4DVNEbb4&list=PLFC2A6C7B56ACCF6B
˃.
“Le Spectre de la Rose” (Gülün Tayfı, yeniden yapım).
2012.
Nijinsky. Vaslav
F. 2006. Nijinsky’nin Günlüğü,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
“Sheherazade”
(Şehrazat, yeniden
yapım). 2012. ˂http://www.youtube.com/watch?v=8tmh7wwf2s8˃.
“The Rite of Spring” (Bahar Ayini, yeniden yapım). 2012.